Buluttan deniz üzerine bir damla damladı. Denizin genişliğini görünce de utandı. Kendi kendine;
“Deniz bulunan yerde ben kim oluyorum? Eğer o varsa, ben yok sayılırım!” dedi.
Damla kendisini küçük gördüğü için, sedef onu bağrına bastı, nazla besledi. Kader o damlayı öyle yükseltti ki, sultanların taçlarına lâyık inci oldu.
Damla kendisini alçak gördüğü için yücelik buldu, yokluk kapısını çaldığı için var oldu…
*
Çayın fincandan taşıp yere dökülmesini hayretle izleyen profesör sonunda kendisini tutamadı:
“Doldu taştı! Daha fazla alamaz!”
“Sen de bu fincan gibisin” dedi o mübarek zat: “Zihin fincanın doluyken sana maneviyatı nasıl anlatabilirim?”
“Pazara git” dedi alim. “Bir tavuk al ve onu kestir. Eve dönerken tüylerini yol ve yol boyunca yere at.”
Kadın aynı yolu izledi ama rüzgâr bütün tüyleri uçurup götürmüştü. Saatler süren arayışın sonunda elinde sadece birkaç tüyle dönebildi.
“Görüyorsun” dedi âlim: “Onları saçmak mümkün, ama geri toplamak imkânsız! Dedikodu da öyle. Dedikodu yapmak ne kadar kolaysa, dedikoduyla işlediğin hatayı telafi etmen de o kadar zordur...”
Halime Gürbüz'ün önceki yazıları...