Ne savaş ne ekonomik kriz... Derbi maçı dedin mi Türkiye'de hayat duruyor. Kim ne derse desin, ben bu ülkenin bu huyunu seviyorum arkadaş. Enflasyon tavana vurmuş, işsizlik fırlamış, dolar tepetaklak gitmiş... Milletin umurunda değil. Önemli olan derbi, gerisi boş... Örneğin; alın, bu akşamki Beşiktaş-Fenerbahçe maçını... Yolda kimi çevirip sorsanız size bir tahmin söyler... Kaç gündür millet bu maçı konuşuyor. Yani herkes bir tarafından bu derbiye bulaşmıştır. Peki bu kadar merak edilen ve konuşulan maçın sonucu ne olur? Bence Beşiktaş kazanır.. Hatta farklı kazanır; 3-0, 4-0, 5-0 gibi... Ama bir de dedikodu borsası var ki sormayın gitsin... Onlara göre de Beşiktaş kazanacak. Niye mi? İşte size ortalıkta dolaşan dedikodulardan bir demet: "Favori olan taraf Beşiktaş (Bu gerçektir)... Fenerbahçe'nin hiç bir iddiası yok. Çünkü Fener'in eski gücü de yok (Bu da gerçek). Fenerbahçe kurtarıcı gözüyle baktığı Ceyhun, Rebrov ve Hakan gibi üç önemli futbolcusunu, nedense ve garip bir şekilde bu maçta oynatmayacak. Fenerbahçe, herkesçe bilinen sebeplerden dolayı ve tarihi rakibi Galatasaray'ın şampiyonluğunu engellemek için Beşiktaş'a (tabiri yerindeyse) yatacak... Beşiktaş Menajeri Sinan Engin'in hakemler üzerindeki psikolojik baskısı bu maçta da ortaya çıkacak. Ali Aydın gibi cesur bir hakem bile bu baskının altında ezilecek. Ali Aydın da zaten Galatasaray'ı sevmiyor." Daha ne dedikodular var ama özü bu işte: Fenerbahçe, bu maçı Beşiktaş'a verecek... Benim anlamadığım, medyanın Fenerli ve Beşiktaşlı yazarları bu dedikodular ortalıkta dolaşmasına rağmen, olayı kesinlikle kaleme almamaktadırlar. Ancak Habertürk'ü ayrı kefeye koymak isterim. Dedikoduları sütunlarına taşımış ve millete ilan etmiş. Gazetenin derbi maçla ilgili dünkü başlığı aynen şöyleydi: "FENER YATACAK" Gazete, manşet yaptığı bu dekikodulara dair lig tarihinden ilginç bir kaç örnek de veriyor. Diyor ki; "1986-1987 sezonunda Galatasaray ve Beşiktaş şampiyonluk için çekişiyordu. Bitime 4 hafta vardı. Beşiktaş-Fenerbahçe karşılaşıyordu. Toplumda yine Fenerbahçe Beşiktaş'a yatacak, dedikoduları ortalıkta dolaşıyordu. Neticede Fenerbahçe sahaya gençlerden kurulu bir takımla çıktı ve Beşiktaş'a 4-0 yenildi." Gazete ilginç bir not daha veriyor... Bu maçın ardından 7 sene geçer. Bu sefer Galatasaray, Fenerbahçe ile şampiyonluk için çekişmektedir. Beşiktaş 1-0 öne geçtiği maçı 90 dakikanın sonunda 2-1 yenik kapatır ve Galatasaray ile çekişen Fenerbahçe maçtan galibiyetle ayrılır. Sanki 7 yıl öncesinin ödemesi yapılmıştır. Gazetenin yazarlarından Kadir Akbulut da, bu yöndeki dedikoduların paralelinde, kendi oynadığı derbi maçlardan örnekler veriyor. Bir Fenerbahçe maçını nasıl Fenerli oyuncuların desteği sayesinde aldıklarını anlatıyor. (Beşiktaş kökenli Kadir Akbulut'un Beşiktaş'a kıyak mı geçtiğini yoksa Fenerlileri kızdırmaya mı çalıştığını anlayamadım doğrusu.) Milletin ağzı torba değil ki büzesin. Neticede, Beşiktaş öyle veya böyle kazanırsa dedikoducular "Ben dememiş miydim" diye böbürlenecekler ve dedikodu piyasası bundan sonra daha da cesurlaşacak. Gazetede ben de ufak çaplı bir anket yaptım. Sonuç aynen dedikoducuların istediği gibi çıktı. Sorduğum her Fenerli, "Galatasaray şampiyon olacağına Beşiktaş olsun. Bir Fenerli olarak Beşiktaş'a yenilmemiz için dua edeceğim" diyerek engin spor bilgilerini özetlediler. Bütün bunlardan sonra bu dedikoduları yalanlamak ise Fenerbahçe'ye düşüyor. Fenerbahçe bugün ya 100 yıllık tarihine yakışır bir mücadele ile dedikoducuların laflarını ağzına tıkayacak veya dedikoduculara daha da prim verecek. Söke söke vergi almak Vergi sistemimizin dayandığı tek felsefe var: Vur abalıya... Örneğin bir taksici, gelir vergisi ödemektedir ama arabası için de yılda 600 milyon liraya ulaşan bir vergi vermektedir. Bunun mantığı var mıdır? Yoktur. Bunun tek açıklaması vardır: Koca işadamları vergilerini kaçırıp keyif çatarken devlet 'deli dumrul' misali garibanın sırtından inmemektedir. "Ekonomide çuvallayan ekonomi bürokratları" bu günlerde vergide yeni bir usul daha bulmuştur. Nedir o? Çok yakın dostlarımızın başına geldiği için bu yeni usulü size açıkça anlatabilirim. Kim bilir belki çoğunuz da bu usulün 'kurbanları' arasındasınızdır. Diyelim ki, verginizi bugüne kadar kuruşu kuruşuna (enayi gibi) ödediniz. Vergi barışıyla marışıyla falan bir ilginiz yok. Yani içiniz rahat... Ama kazın ayağı öyle değil işte... "Zırrr" diye bir gün telefonunuz çalar. Karşınıza defterdarlıktan bir memur çıkar... Söylediği ise kelimesi kelimesine şudur: "Efendim, bugünlerde sıkı bir denetim başlattık. Ancak siz verginizi kuruşu kuruşuna ödeyen bir mükellefimiz olduğunuz için size güvenimiz sonsuz. Ne var ki, bu denetimi size de yapmak zorundayız. Fakat siz son 5 yılda ödediğiniz verginin yüzde 20'si kadar bir vergiyi bize peşin olarak öderseniz sizi denetime tabi tutmayız. Aksi halde defterlerinizi inceler, mutlaka bir şey buluruz ve cezaya girersiniz." "Ama ben vergimi takır takır ödedim" diye itiraz edeceksiniz boşuna zahmet etmeyin, çünkü telefonda sadece dinleme hakkınız var cevap hakkınız yok. Anlayacağınız; devlet sizden o vergiyi söke söke alacaktır, siz de seve seve vereceksiniz. Peki şimdi siz bu vergi toplama metoduna ekonomide ne isim verirsiniz? Ben bir isim veririm ama kanunlar izin vermediği için yazamıyorum. Goodmorning Independent Bugünlerde Batı basını, özellikle de Irak'taki çoluk çocuk katliamında ABD'ye kayıtsız şartsız destek veren İngiltere'nin 'şanlı' basını Başkan Bush'a peş peşe sorular soruyor. Soruların temelinde yatan ana felsefe şu: "Irak Savaşı niye yapıldı?" Bu aşamada İngiliz Independent Gazetesi, 30'a yakın soru sıralıyor. Sonuncu sorusu ise şu: "Gerçekten de bu savaş İsrail için mi yapıldı?" Benim yerimde siz olsanız bu Independent'i ne yaparsınız? Neyse şimdilik sabaha bırakalım ve 30 Mart 2003 Pazar günü bu köşeden biz ne yazmışız, ona bakalım: "Diğer yorumcuların falan yazdıklarına bakıp yine aldanmayın siz. Irak Savaşı'nın ne silah satışıyla ne de petrolle falan bir ilgisi yok. Bu savaşın tek amacı var: İsrail'in çevresindeki tehditleri yok etmek ve 'Büyük İsrail'in kurulması için gelecek yıllarda Ortadoğu'yu güvenli kılmak." Ne diyelim... Goodmorning Independent, goodmorning world... Turgut Özal Geçen Perşembe, Turgut Özal'ın ölümünün 10. yıldönümüydü. Ankara'da muhabirlik yaparken, onun peşinde bayağı dolaşmıştım. (Yok canım, korkmayın, hatıralarımı falan anlatacak değilim.) Özal hakkında bu günlerde yazılanları okuyunca, kusasım geldi. Dün ona küfredenler bugün yere göğe koyamıyordu. Oysa bu iki yüzlülüğe ne gerek vardı. Nasıl, bu ülkenin kalkınmasında gözü kara davranıp "Üzerimdeki iki gömlekten biri idamlıktır" diyerek devrim niteliğinde hamleler yapmışsa; aynı şekilde, bugün İmralı'da yatanı da, 1984'te eylem gerçekleştirdiğinde "Üç-beş çapulcu" diyerek küçümseyip hata da yapmıştır. Yani Özal, artıları da eksileri de olan bir insandı. Her şey bu kadar basit...