CHP’nin Cumhurbaşkanlığı aday ofisi ne anlatıyor?

A -
A +

Önceki gün Ankara’da sessiz sedasız bir ofis açıldı. Dışarıdan bakıldığında herhangi bir siyasi partinin ya da kampanyanın irtibat noktası gibi görünebilir. Ama aslında o kapıya asılan tabela, Türk siyasetinin son dönemde içine çekildiği simülasyon demokrasisinin en simgesel işaretlerinden biridir: “Ekrem İmamoğlu Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisi.”

 

İlk bakışta heyecan verici gibi durabilir... Tutuklu bir siyasetçi için yürütülen kampanya, millet iradesi söylemiyle kurulan bir hareket, üstüne üstlük 15,5 milyon oyla gelen bir adaylık… Ama tam da bu yüzden, durup düşünmemiz gerekir. Bu kadar gösterişli bir resmin ardında, ne kadar gerçek, ne kadar hakikat var?

 

CHP’nin 23 Mart günü düzenlediği ön seçimle başlayan bu sürecin ilk dikkat çeken yönü, ortada gerçek bir seçim bile olmamasıydı. Tek adaylı bir yarış, önceden ilan edilmiş bir sonuç, hiçbir siyasal rekabete imkân tanınmamış bir oylama… CHP yönetimi bu süreci âdeta bir plebisite (güven oylaması) çevirdi; sonuçlar da bir demokrasi şöleni değil, kitlesel bir imaj çalışmasıydı.

 

Açıklanan 15,5 milyon oy baş döndürücü olabilir. Rakamların ardına baktığımızda, hikâyenin başka bir yüzü beliriyor.

  • Bu oyların sadece 1,65 milyonu CHP üyelerinden geldi.

  • Geriye kalan 13,8 milyon oy ise dayanışma sandığı adı verilen, hukuki altyapısı olmayan, YSK denetimine tabi olmayan bir sistemden çıktı.

  • Kim, nerede, kaç kez oy kullandı? Ne bir gözlemci raporu ne de teknik bir doğrulama süreci açıklandı.

Yani bu rakam, halkın iradesinden çok, bir kampanyanın kurgusal gücünü temsil ediyor.

 

Bu noktada sormak gerekiyor:

 

CHP bu süreci neden böyle aceleyle, böylesine kontrolsüz ve kapalı bir şekilde yönetti?

 

18 Mart’ta diploması iptal edilen, 19 Mart’ta gözaltına alınıp 23 Mart’ta “ihaleye fesat karıştırmak ve kamu zararına sebebiyet vermek” suçlamasıyla tutuklanan bir belediye başkanından söz ediyoruz. Hukuki süreci hâlâ devam eden, hakkındaki iddialar henüz yargı önünde netlik kazanmamışken, bu ismin ön seçimde tek aday olarak ilan edilmesi, siyasal ahlaktan çok, mühendislik refleksiyle açıklanabilir.

 

Daha da çarpıcısı, yürütülen bu geniş kapsamlı ve partisel kaynaklarla beslenen kampanyanın, sadece bir aday belirleme değil; aynı zamanda hukuki soruşturmayı gölgelemek, yargısal zemini siyasallaştırmak ve tüm muhalefeti bu isim etrafında hizaya sokmak amacı taşıdığı izlenimini veriyor.

 

Yani ortada bir aday değil, bir zırh inşa edilmeye çalışılıyor. Cumhurbaşkanlığı adaylığı, bir siyasal kalkan gibi örgütleniyor.

 

Çünkü mesele sadece aday göstermek değil; mesele, Batı kamuoyuna “biz de demokrasiye inanıyoruz” diyebilecek bir vitrin oluşturmak. Önceki gün gerçekleşen ofis açılışı bu vitrinin son parçasıydı. Ama içerisi hâlâ boş.

 

Batı’ya demokrasi, içeride ise mağduriyet satılıyor. Dışarıya özgürlükçü bir imaj pazarlanırken, içerideki kitleye “engelleniyoruz, ama yine de biz bu yükü omuzluyoruz” mesajı veriliyor. Mağduriyetin dili her iki cephede de farklı ama aynı hedefe çalışıyor: Meşruiyet üretmek.

 

Ne var ki bu mağduriyet, siyasetin gerçek boşluklarını örtemiyor. Vitrin her gün parlatılıyor, ama raflara hâlâ hiçbir şey konmuş değil.

 

The Guardian ve Financial Times gibi yayın organlarının 23 Mart ön seçimini “otoriterliğe karşı demokratik bir yanıt” olarak sunması tesadüf değil. CHP yönetimi bu algıyı besleyecek bir dil kuruyor: Aday tutuklu, halk ayağa kalkıyor, sandık kuruluyor, ofis açılıyor…

 

Peki içeride bu tablonun karşılığı var mı?

 

CHP, ülke genelinde en büyük bütçeye ve hazine desteğine sahip belediyeleri yönetiyor; bu güçlü kaynaklar, istihdamı artırmak, kalkınmayı desteklemek ve halkın günlük yaşamını iyileştirmek için büyük fırsatlar sunuyor. Ancak ne yazık ki, bu imkânların etkin kullanımı ve somut sonuçlar üretme konusunda zaman zaman ciddi eksiklikler gözlemleniyor. Toplumun beklentileri karşılanmadığında, sadece mağduriyet söylemiyle yol almak hem gerçekçi değil hem de uzun vadede siyasi varlığını tehlikeye atacak bir tutumdur.

 

Ve daha önemlisi:

 

Gerçekten meşru bir adaylık varsa, neden bu kadar çok simülasyonla süslenmek zorunda?

 

 

Sayın Özgür Özel’e birkaç soru

 

 

Bu noktada CHP Genel Başkanı Sayın Özgür Özel’e birkaç açık ve yapıcı soru yöneltmek gerekiyor:

  • 15,5 milyon oyu şeffaf ve tarafsız gözlemcilerle teyit ettiniz mi?

  • Bu süreçte neden hiçbir alternatif aday çıkmadı? Bu, halkın tercihine mi, yoksa parti içi baskılara mı işaret ediyor?

  • "Parti üstü” diye lanse edilen bu yapı, gerçekte doğrudan CHP’nin kaynakları ve insan gücüyle mi yönetiliyor?

Bu sorular, yalnızca muhalefeti eleştirmek için değil, demokrasiyi savunmak için soruluyor. Zira demokrasi, yalnızca otoriterliğe karşı çıkmakla değil; kendi içindeki mekanizmaları da şeffaf, adil ve çoğulcu kurmakla mümkündür.

 

Siyasetin doğası gereği, boşlukları boş bırakmaz; bu boşluklar ya yapıcı, somut ve sürdürülebilir çözümlerle doldurulur ya da geçici ve yüzeysel hamlelerle istismar edilir. Dolayısıyla, temsilin meşruiyeti, reklam ve söylemden ziyade, gerçekçi politikalar ve somut icraatlarla tesis edilmelidir. Bu perspektiften bakıldığında, siyaset aktörlerinin stratejik yaklaşımları, toplumun güven ve beklentileriyle doğrudan ilişkilidir.

 

Sonuç olarak; o açılış, bir siyasi strateji olarak başarılı görünebilir. Ama bu başarı Türkiye’nin demokrasi hanesine yazılamaz. Çünkü demokrasi tabela ile değil, temsil ile yaşar. Gerçek temsil ise ancak adil, şeffaf ve çok adaylı süreçlerle mümkündür. Yoksa her açılan ofis, aslında toplumda bir güven kapanmasına dönüşür.

 

Bugün, açılan bu “aday ofisi”, ne demokrasiye açılmış bir kapıdır, ne de millet iradesinin kurumsal ifadesidir. Bu yapı, kamuoyunu yönlendirme maksadıyla kurulmuş bir vitrin mekanizmasıdır. İçerisi boş, dışarısı cilalı.

 

Tam da bu yüzden: Siyasetle reklam arasındaki farkı bilen herkesin, bu ofisin kapısından içeri adım atmadan önce bir kez daha düşünmesi gerekir.

 

 

 

Nur Tuğba Aktay'ın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.