Türkiye’de demokrasi, hukuka saygı ile var olur. Hukuku yok sayarak, toplumu sokağa çağırmak üzerinden siyaset yapmak ne demokratik ne de sorumlu bir yöntemdir. İstanbul CHP İl Başkanlığı sürecinde yaşananlar bunu net biçimde ortaya koyuyor. İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesi, 8 Ekim 2023’te yapılan CHP 38. Olağan İstanbul İl Kongresi’nde ciddi usulsüzlük iddialarını gerekçe göstererek ilgili yönetimi tedbiren görevden almış ve yerine geçici bir kurul atamıştır. Savcılık soruşturmaları, ses kayıtları ve delegelerin yakınlarının belediye iştiraklerinde işe alınması iddiaları, seçmen iradesinin hukuka aykırı biçimde yönlendirilmiş olabileceğini düşündürmektedir.
Hukuk, siyasetin üst sınırıdır; demokratik bir devlette sandık ve parti içi seçimler, ancak hukuka uygun yürütüldüğünde meşruiyet kazanır. CHP’nin mevcut tavrı ise bu sınırı zorlamaktadır. Parti içindeki hile iddialarını görmezden gelerek “baba ocağına sahip çıkın” çağrısıyla toplumu mobilize etme girişimi, demokratik siyasetin temel ilkeleriyle çelişmektedir. Ortaya çıkan tablo, sadece bir parti iç krizi değil; hukukun üstünlüğünün sınandığı bir durumdur.
Tarihimiz bu tür süreçleri defalarca göstermiştir. Muhalefet, zaman zaman tabanı konsolide etmek için algısal yöntemlere başvurmuştur. Ancak güçlü ve kalıcı muhalefet, hukuku yok saymadan, toplumun güvenini kazanarak yürütülmüştür. CHP’nin bugünkü refleksi, geçmişteki mağduriyet söylemi üzerinden tabanı harekete geçirme alışkanlığının bir devamıdır. Fakat hukuk ve kamu düzeni göz ardı edilerek yapılan bu mobilizasyon, toplumsal birliği riske atmaktadır.
Siyasi açıdan CHP’nin yaptığı üç boyutlu bir hamledir: Kendi iç meşruiyetini koruma, tabanı konsolide etme ve algı yönetimi ile mağduriyet söylemi üretme. Ancak demokratik siyasette kalıcı olan yalnızca hukuka saygılı yöntemlerdir. Sokağa çağrı yapmak veya mahkeme kararlarını tartışmaya açmak, seçmen iradesinin şaibeyle birleştiği bu noktada, Türkiye’nin ihtiyacı olan istikrar ve hukuk güvenliğini zedeler.
Hukuk ve siyaset ilişkisi, adaletin temel taşlarından biridir. Bir siyasetçi veya parti, hukuk sınırlarını ihlal ettiğinde sadece kendi meşruiyetini değil, toplumsal güveni de riske atar. Demokratik devletin varlık nedeni kaos oluşturmak değil, hak ve özgürlükleri güvence altına almaktır. CHP’nin eylemleri, bu güvenceyi tartışmaya açmakta ve toplumsal istikrarı tehdit etmektedir.
Bu süreç, Türkiye’ye hatırlatmaktadır ki demokratik siyaset ancak hukukun çizgisinde ilerleyebilir. Hukuku yok saymak veya sokağa çağrı yapmak, seçmen iradesini hileyle etkilemek, Türkiye’nin ihtiyacı olan istikrarı sağlayamaz. Cumhuriyet tarihinin 102 yıllık birikimi, toplumsal barış ve demokratik düzenin ancak hukuk ve etik çizgisine sadık kalınarak korunabileceğini göstermektedir.
Hukuk, etik ve siyaset arasındaki bağ, sadece teorik bir ilişki değildir; günlük siyasi pratikte milletin güvenini belirleyen en somut ölçüttür. Türkiye’de demokrasiyi güçlendirecek olan, partilerin kendi iç krizlerini çözme biçiminde değil, hukuka ve kamu yararına öncelik vermelerinde saklıdır. CHP İstanbul krizi, bu nedenle yalnızca bir parti iç meselesi değil, demokratik düzenin sınandığı bir örnektir.
Son olarak, Türkiye’nin ihtiyacı kaos değil, hukuka, etik değerlere ve toplumsal sorumluluğa saygıdır. Demokratik muhalefet yalnızca eleştirmekle sınırlı kalamaz; hukuka bağlı kalmak, kamu yararını gözetmek ve toplumsal güveni korumak da eşit derecede önemlidir. Siyaset, meşruiyetini hukuktan almalıdır; aksi hâlde kısa vadeli kazançlar, uzun vadede toplumsal istikrar ve demokratik düzeni zedeler. CHP İstanbul krizi, siyasi partilere ve vatandaşlara çok açık bir ders sunmaktadır: Hukuk ve etik çerçevesinde yürütülen siyaset, sadece parti içi meşruiyeti değil, aynı zamanda toplumun güvenini ve demokratik istikrarı da teminat altına alır. Siyaset ancak bu çizgide meşru, etkili ve kalıcı olabilir.
Nur Tuğba Aktay'ın önceki yazıları...