Çocuk şiddeti ve toplumsal vicdanın sınavı

A -
A +

Türkiye, son dönemde en dramatik sorularından biriyle yüzleşiyor: Çocuklarımız sokaklarda, dijital dünyada, bazen kendi mahallelerinde şiddetin kurbanı hâline geliyor. Mattia Ahmet Minguzzi gibi hayatının baharında toprağa düşen çocuklarımız… Ve aynı zaman diliminde, 15–16 yaşındaki gençler fail olarak karşımıza çıkıyor. Devlet literatüründe buna suça sürüklenen çocuk deniyor. Ama mesele sadece bir hukuk tanımı değil; bir medeniyetin kendi geleceğiyle sınavıdır. Çünkü her çocuk, toplumsal hafızamızın ve ahlaki iddiamızın emaneti.

 

 

Bu kriz üç boyutta okunmalı

 

 

Hukuki boyut: Ceza Kanunu çocuklara indirimli ceza öngörüyor. Ama artık soru şu: Bu indirimler caydırıcı mı, yoksa koruyucu mu? Çocuk adalet sistemi, onarıcı bir modelden uzaklaşıp sadece hafifletici hükümlerle yetinirse, çocuklar örgütlerin ve çetelerin kolay kurbanı hâline gelir. Adalet Bakanı Sayın Yılmaz Tunç’un önerdiği yeni düzenlemeler kritik bir eşiktir. Çocuklarımızı hem mağdur olmaktan hem de fail konumuna düşmekten koruyacak bir sistem artık ertelenemez bir ihtiyaçtır.

 

Sosyolojik boyut: Yoksulluk, okul terki, aile içi ihmal ve şiddet, organize suçların çocuklara sızmasını kolaylaştırıyor. “Oyun çağında bıçak kuşanmak”, yalnızca emniyetin değil, toplum vicdanının da sınavıdır. Dijital dünyada şiddetin normalleşmesi, sokakta şiddetin sıradanlaşması, yeni kuşakların vicdan kodlarını çözüyor. Medeniyetimizin asırlardır öğrettiği emanet bilinci kayboluyor. Oysa çocuk, en büyük emanettir.

 

Çevresel ve dijital boyut: Okul–ev–mahalle üçgeninin bozulması, sahipsiz sokaklar, sosyal medyada şiddet ve linç kültürünün ödüllendirilmesi, çocuk aklını şekillendiren risklerdir. Yoksulluk, madde kullanımı ve organize suçlarla birleştiğinde, çocuklar tetikçi hâline geliyor. İstanbul’da 15 yaşındaki Mattia Ahmet Minguzzi’nin bıçaklanarak öldürülmesi, Ankara’daki Hakan Çakır ve Eyüp Arıcı cinayetleri, vahşetin boyutlarını gözler önüne seriyor.

 

Bu tablo sadece polis raporları ve mahkeme kayıtlarından ibaret değildir; toplumun kendini sorgulama aynasıdır. Çocuklar arasında şiddetin yükselişi, yalnızca güvenlik değil, değerler meselesidir. Okul, aile ve mahalle, bir zamanlar çocuğun vicdanının şekillendiği alanlardı. Bugün bu alanlar parçalanmış durumda. Disiplin, sorumluluk ve empati kültürü, yerini korku, öfke ve dışlanmışlık duygusuna bırakıyor.

 

Çözüm bütüncül olmalıdır. Devlet sadece cezayı uygulamakla yetinemez; çocukların fiziksel ve psikolojik güvenliğini sağlayacak alanlar oluşturmalı, aileyi desteklemeli, okulları rehberlik ve sosyal hizmetlerle güçlendirmeli, dijital dünyanın olumsuz etkilerini sınırlamalıdır. Sokaklar ve boş zamanlar, suç ve şiddet eğilimlerinin parladığı alanlar hâline gelmişken, gençlerin üretken, güvenli ve buluş yapma alanlarına erişimi hayati önemdedir. Bu, bireysel tedbir değil, toplumsal sorumluluktur.

 

Toplum vicdanı da bu süreçte sınanıyor. Her kaybedilen çocuk, sadece bir can değil; medeniyetimizin ahlaki dokusundan kopan bir parçadır. Okulun kapısından arka sokaklara, sosyal medyadan aile içi iletişime kadar her alan, çocukların güvenle büyümesine hizmet etmek için birlikte çalışmalıdır. Gençlerin içsel dünyasında vicdanın filizlenmesi, ancak bütüncül bir toplumsal iklimle mümkündür.

 

Özetle, mesele kimin iktidarda olduğu değil, kimin sorumluluk bilinciyle hareket ettiğidir. Hukuk, eğitim ve toplumsal sorumluluk aynı masada buluşmazsa, her yeni vaka yalnızca bir bireyi değil, toplumun medeniyet iddiasını da kaybettirir. Artık ertelemeye yer yok. Çocuklarımızın güvenli ve değerlerle büyüdüğü bir toplum inşa etmek, geleceğimizi güvence altına almanın tek yoludur.

 

 

 

Nur Tuğba Aktay'ın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.