Gazze’de 9 Ekim 2025’te yürürlüğe giren ateşkes, iki yıllık çatışmaların ardından bölge için kritik bir dönemeç olarak değerlendiriliyor. Ancak bu ateşkes, yalnızca silahların susması anlamına gelmiyor; aynı zamanda uluslararası aktörlerin müdahale kapasitesinin, bölgesel güç dengelerinin ve kamuoyunun algısının test edildiği bir sınav niteliği taşıyor.
Bu süreçte, ABD–İngiltere–İsrail üçgeninin masaya koyduğu 20 maddelik Gazze barış planı, teknik olarak kapsamlı bir yol haritası sunuyor. Plan, insani yardımın artırılması, Hamas ve diğer yerel aktörlerin silahsızlandırılması ve esir değişim süreci gibi kritik başlıkları içeriyor. Ancak sahadaki uygulanabilirlik hâlâ büyük bir soru işareti. Binlerce Filistinli, yıkılmış evler ve altyapı karşısında hayatta kalma mücadelesi verirken, insani yardımların sınırlı geçiş noktalarından ulaşması, planın şimdilik kâğıt üzerinde bir çözüm olduğunu gösteriyor.
Türkiye’nin bu süreçteki rolü, planın uygulanabilirliğini doğrudan etkiliyor. Ankara, yalnızca ara bulucu pozisyonunu korumakla kalmayıp, insani yardım dağıtımı ve sivillerin güvenli geçişini koordinasyonda kilit aktör olarak öne çıkıyor. Türkiye’nin temkinli ama etkili diplomasisi, planın sahadaki algısını güçlendiriyor ve uluslararası toplum nezdinde güvenilir bir denge unsuru olarak öne çıkıyor.
Batı medyası, ateşkesin hemen ardından daha çok esir değişimi ve insani yardımın artırılmasına odaklandı. ABD ve İngiltere basınında, 20 maddelik planın uygulanabilirliği ve siyasi ayakları sorgulanıyor; Trump yönetiminin önerileri eleştirilirken, Avrupa’da Filistin yanlısı gösteriler planın hak temelli yönünü hatırlatıyor. Londra, Paris ve Brüksel’deki protestolar, uluslararası kamuoyunun sadece çatışmanın durmasına değil, Filistin halkının özgürlük ve adalet taleplerine de duyarlı olduğunu gösteriyor.
Orta Doğu basını ise Türkiye’nin rolünü yakından takip ediyor. Ankara’nın, planın uygulanmasında hem güvenlik garantörü hem de insani koordinatör olarak öne çıkması, bölgedeki aktörler üzerinde doğrudan etki oluşturuyor. Aynı zamanda, Gazze’deki sivillerin dönüşü ve yıkılmış altyapının onarımı, kamuoyunun gözünde barış planının başarısının ölçütü olarak değerlendiriliyor.
Ateşkesin test edileceği ilk önemli hamle, Hamas’ın kalan İsrailli esirleri serbest bırakması ve İsrail’in karşılığında 250 Filistinli tutukluyu salıvermesi olacak. Bu süreç, uluslararası toplumun ve kamuoyunun gözleri önünde yürütülecek; herhangi bir aksama veya adil olmayan uygulama, planın meşruiyetini zedeleyecektir.
Bir diğer kritik konu ise medya erişimi. Uluslararası gazeteciler, Gazze’ye bağımsız erişimin sağlanmasını talep ediyor. Son iki yılda Filistinli gazeteciler çatışmaları haberleştirirken hayatlarını riske attılar. Batı medyasının, esir değişim sürecini ön plana çıkarırken Filistinli tutukluların serbest bırakılmasına daha az yer vermesi, algı yönetimi ve tarafsızlık tartışmalarını yeniden gündeme taşıyor.
Sonuç olarak, Gazze ateşkesi kırılgan bir dengeyi temsil ediyor. Savaşın fiilen durması, siviller için geçici bir rahatlama sağlasa da, kalıcı barış için sadece çatışmayı dondurmak yeterli değil. 20 maddelik planın hayata geçmesi, insani yardımların etkin dağıtımı, medya özgürlüğü, adil esir takası ve Türkiye’nin öncü rolü ile mümkün olabilir. Uluslararası kamuoyu ve medya, bu sürecin başarıya ulaşması ya da çöküşünü belirleyecek en güçlü belirleyiciler arasında yer alıyor. Gazze’deki kırılgan barış, yalnızca diplomasi ve güç dengesiyle değil, aynı zamanda algı yönetimi ve hak temelli müdahalelerle kalıcı hâle getirilebilir.