İstanbul, Türk milletinin "kader çizgisi"dir. O çizgi kırılırsa tarih sarsılır, devlet sarsılır, medeniyet susar. Bu yüzden İstanbul yalnız bir belediye meselesi değil, millî iradenin son kalesidir. 2019 seçimlerinden 2024’e uzanan süreçte, İBB verilerinin izinsiz kullanımı, istihbarat örgütleriyle bağlantılı kişiler üzerinden kampanyaların yönlendirilmesi, sıradan bir belediye soruşturmasından çok daha öte bir meseleyi, yani siyasetin, hukukun ve veri güvenliğinin kesişim noktasını ortaya koyuyor...
İlk büyük olay, 2019’daki İBB seçimlerinin hemen sonrasında gerçekleşti. Ekrem İmamoğlu'nun mazbatasını aldığının ertesi günü, İBB verileri belediye personeli olmayan kişilere kopyalatıldı. Bu veriler, bilişim ve veri analitiği alanında faaliyet gösteren Hüseyin Gün adlı iş adamına teslim edildi, ardından yurt dışına çıkarıldı. Gün, bu verileri NSA, CIA ve MOSSAD bağlantılı uzmanlarla işleyerek Necati Özkan’a iletti. Özkan, 2019 kampanyasının strateji direktörüydü yani kampanyanın dili, yönü ve psikolojisi bu analizler üzerinden şekillendi. Kısaca, kampanyanın başındaki isim, teknik ve istihbarat desteğini Hüseyin Gün’den alıyordu. Bu ilişki sadece bir veri aktarımı değil, bir casusluk zinciriydi; ve zincirin halkaları bugüne kadar bilinçli şekilde gizlendi...
İkinci olay, Murat Ongun’un geliştirdiği “İstanbul Senin” uygulaması üzerinden yaşandı. Uygulama, kullanıcıların davranışlarını, tercihlerini ve tüm dijital izlerini kaydetti. Bu veriler hem satıldı hem yurt dışında analiz edildi, 2024 seçim kampanyasında kullanıldı. Milyonlarca İstanbullunun verisi, siyasi bir araç hâline getirildi; demokratik süreçler üzerinde doğrudan etkili oldu.
Dosyada en çarpıcı detay, Necati Özkan’ın ifadesindeki çelişkiler. Hüseyin Gün, Özkan’ı tanıdığını ve yazışmalar yaptığını kabul ediyor. Ancak Özkan, seçimle ilgili hiç görüşmediğini ve Wickr uygulamasını bilmediğini iddia ediyor. Oysa olayın gerçeği çok açık: Hüseyin Gün, Wickr üzerinden raporları Özkan’a gönderiyor, ardından WhatsApp üzerinden doğrulama yapıyor ve Özkan teşekkür ediyor. Bu, Özkan’ın aslında bir casusla görüştüğünü ve veri aktarım zincirinin içinde olduğunu itiraf ettiği anlamına geliyor...
Dosyada Hüseyin Gün’ün manevi annesi olarak nitelendirdiği Seher Alaçam ile yazışmaları da mevcut; bu belgeler, olayın boyutlarını daha da netleştirecek.
Savcılık, İmamoğlu’na soruyor: “Kampanyanıza veri sağlayan Hüseyin Gün’ü tanıyor musunuz?” Cevap: “Hayatımda böyle saçma bir şey duymadım.” Ama gerçek, ortada. Hüseyin Gün, Necati Özkan ve istihbarat bağlantılarını kabul ediyor; “ama ticari olarak çalışıyoruz” diyor. Ticari olarak çalışmak, istihbarat verilerini yurt dışına çıkarıp kampanyalarda kullanmak demek midir? Evet...
Ve kurgu gerçekten Hollywood filmlerini aratmıyor: Necati Özkan, “Darkweb’de İBB verileri var mı bakın” diyerek Hüseyin Gün’e talimat veriyor. Gün raporları hazırlıyor, Özkan’a sunuyor. Darkweb kurgusu, verilerin yetkisiz alındığını gizleme amacıyla inşa edilmiş. Üstelik unutulan başka bir detay var: “Yapay zekâmızı çalıştırdık” diyerek, verilerin kopyalanmasının başka bir itirafını da veriyorlar...
Bu olaylar bir kez daha gösteriyor: İstanbul’un verileri artık sadece teknoloji veya yönetim meselesi değil; demokrasi, siyaset ve hukukun kesişim noktasında bir güç meselesi. "Kampanyaların kaderi", milyonlarca vatandaşın verisinin kimin elinde olduğuna bağlı hâle gelmiş durumda. Ve bu eller, artık net biçimde görülebiliyor.
Siyasi ve hukuki sınırlar bugün iç içe geçmiş görünse de, devletin yürüttüğü her adımın temelinde millî güvenlik hassasiyeti vardır. Tutuklamalar ve kayyım atamaları, yalnızca hukuki birer süreç değil; Türkiye’nin veri egemenliğini, demokratik düzenini ve kamu güvenliğini korumaya yönelik stratejik hamlelerdir. Çünkü hiçbir siyasi yapı, milletin verilerini, dış bağlantılı unsurların eline bırakamaz. Demokrasi, şeffaflık ve hesap verebilirlik, ancak verilerin millî güvenlik zemininde korunmasıyla mümkündür.
İşte Türkiye’nin bugünkü demokratik testi de burada yatıyor: Verisini koruyan devlet, iradesini de korur...
Son tahlilde İstanbul’da yaşananlar bize açık bir mesaj veriyor: Siyaset, hukuk ve veri güvenliği artık birbirinden ayrı düşünülemez. Şehrin ve ülkemizin istikbali, geleceği, verilerin güvenliğine ve kimin elinde olduğuna bağlı. Bu yüzden sorulması gereken soru basit ama derin: İstanbul’un verileri kimin? Ve bu veriler, sadece şehrin yönetimini mi şekillendiriyor, yoksa başka güçlerin planlarını mı besliyor?

