Malazgirt Zaferi’nin 954. yıl dönümünde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözleri, tarihe sadece bir hatırlatma olarak geçmeyecek; önümüzdeki dönemin güvenlik ve dış politika rotasını işaret eden net bir stratejik uyarıdır: “Yönünü Ankara’ya ve Şam’a dönenler kazanacak. Kıblesini şaşırıp kendilerine yeni yabancı patronlar arayanlar eninde sonunda kaybedecektir. Şunu da biliyoruz ki kılıç kınından çıkarsa kaleme ve kelama yer kalmaz.” Bu sözler, sembolik bir tarihî hatırlatma değil; YPG/SDG eksenli bölgesel dengeleri yeniden şekillendirecek bir stratejinin satır başlarıdır.
Suriye’de YPG/SDG, son dönemde yayımladığı bildirilerle özerklik ve fiilî statü taleplerini gündeme taşımaktadır. 26 Nisan 2024 Kamışlı’da yayınlanan bu belgeler, Kürtçenin resmî dil ilan edilmesi, yerel güvenlik ve eğitim mekanizmalarının özerkleştirilmesi gibi talepleri içeriyor; ancak bunlar, Türkiye’nin bekasıyla doğrudan bağlantılıdır. YPG/SDG’ye verilecek her taviz, bölgedeki güvenlik risklerini artıracaktır.
Türkiye'nin ortaya koyduğu “Terörsüz Türkiye” vizyonunu TBMM’de kurulan Millî Birlik ve Dayanışma Komisyonu, devletin hazırladığı raporlar ve hukuki altyapı, bu vizyonun kurumsal çerçevesini oluşturacak. YPG/SDG’ye karşı verilen tavizsiz mücadele, yalnızca iç güvenlik meselesi değil; aynı zamanda bölgesel kuşatma hattını kıran bir dış politika hamlesidir.
Sayın Cumhurbaşkanımızın Malazgirt’teki mesajı, Türkiye’nin artık masada değil, sahada belirleyici olacağını ilan ediyor. Diplomasi kapıları kapanmıyor; tam tersine, son uyarı yapılıyor. Ankara diyor ki: Yönünüzü bu coğrafyanın meşru başkentlerine, Ankara ve Şam’a çevirin; bölgesel çözüm için bizimle konuşun. Ancak yeni yabancı patronların kapısını çalarsanız, yolun sonu hezimettir!.. İsrail'den Fransa’ya, Körfez’den İran'a kadar dış güçlerin bölgesel oyunları, Türkiye’nin stratejik çıkarları karşısında başarıya ulaşamayacaktır.
26 Nisan Kamışlı Bildirisi ile Malazgirt mesajı arasındaki kronoloji, yeni bir dönemin habercisidir. Bir yanda sahte çözüm zemini oluşturmaya çalışan YPG/SDG bildirileri; diğer yanda devletin net ve kararlı cevabı. Ankara-Şam hattında şekillenecek yeni güvenlik mimarisi, önümüzdeki on yılın bölgesel düzenini belirleyecek.
Orta Doğu haritası yeniden çiziliyor. Katil İsrail’in Gazze’deki soykırımı, İran’ın nüfuz alanları, Körfez’in kırılgan dengeleri ve ABD-Rusya rekabeti, kaotik bir tabloyu oluşturuyor. Ancak Türkiye Cumhuriyeti diyor ki: Bu coğrafyanın gerçek sahipleri, kendi geleceğini belirleyecek; bölgesel aktörler ve dış güçler değil. Malazgirt, 954 yıl önce Anadolu’nun kapılarını Türk milletine açmıştı; bugün aynı ruh, Suriye ve Irak’ta “terör koridorunu” kapatıyor. Artık mesele açıktır: Kıblesini şaşıran kaybedecek, yönünü Ankara ve Şam’a çeviren kazanacaktır.
Bu perspektiften bakıldığında, “Terörsüz Türkiye” sadece iç güvenlik meselesi değil; bölgesel bir jeopolitik vizyondur. YPG/SDG’nin statü arayışları, Türkiye’nin kararlılığı karşısında başarısızlığa mahkûmdur.
Ve burada kritik bir vurgu öne çıkıyor: “Kılıç kınından çıkarsa kaleme ve kelama yer kalmaz.” Bu ifade, Türkiye’nin güvenlik ve stratejik çıkarları söz konusu olduğunda her zaman sahada da etkili olacağını vurgular. Masada diplomasi, hukuki ve diplomatik yollar her zaman öncelikli olsa da; eğer bu yollar dikkate alınmaz, güvenlik sınırları ihlal edilir ve Türkiye’nin bekası doğrudan tehdit altına girerse, iş fiilî güç kullanımına kadar gider. Kılıç, burada sadece askerî müdahaleyi değil; sözün yetersiz kaldığı noktada Türkiye’nin kararlılığını ve caydırıcılığını temsil eder. Kalem ve kelam, diplomasi ve müzakereyi simgeler; ama gerektiğinde kılıç, üstünlüğü hatırlatacak kadar keskin bir şekilde çekilebilir.
Nur Tuğba Aktay'ın önceki yazıları...