Kudüs, sadece bir şehir değildir; tarihimizin, inancımızın, vicdanımızın aynasıdır. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin 5 Ağustos 2024 tarihli çağrısında açıkça ifade ettiği gibi “Kudüs ilk kıblemiz ve ortak kaderimizdir.” Bu cümlenin ağırlığını hafife alamayız: Kudüs, bizim medeniyet hafızamızın merkezi, mazlumla doğrulmanın, adalet talebinin sembolüdür.
Bahçeli’nin “Kudüs Paktı” önerisi; gösteri amaçlı bir retorikten ibaret değildir. O, bölgesel dayanışmayı kurumsallaştırmayı, sahada insani ve altyapısal yardımlaşmayı, kutsal mekânların hukuki ve fiilî korunmasını amaçlayan somut bir vizyondur. Bugün Gazze’de yaşananlar, kanı yerde bırakan katliamlar, dinî ve insanî vicdanı yaralayan bir insanlık krizidir. Ülkenin dört bir yanında, köyde, kentte herkesin ortak hissettiği bir sorumluluk varsa, bu sorumluluğu kurumsal bir zemine taşıyacak adımın adı Kudüs Paktı olmalıdır. Türkiye’nin öncülüğü, bölge aktörlerini bir araya getirecek köprü işlevi görebilir; OIC, Arap Birliği ve bölge devletleriyle koordinasyon, bugün için hayati bir gerekliliktir.
Sayın Bahçeli'nin önerdiği TRÇ modeli (Türkiye-Rusya-Çin ekseni) ise Türkiye’nin menfaatleri etrafında çok kutuplu bir denge kurma teklifidir. Burada altını çizmemiz gereken husus; önerinin askerî bir blok değil, sivil, ekonomik ve diplomatik iş birliği odağında olmasıdır. Enerji projeleri, altyapı ortaklıkları, ticaret ve teknoloji-bağlantıları Türkiye’ye stratejik özerklik sağlayacak; küresel rekabette pazarlık gücümüzü artıracaktır. TRÇ, Batı ile ilişkilerimizi ipotek altına almadan, yeni kazanımlar üretme yoludur.
Ve tüm bu bölgesel atılımlar, geçtiğimiz hafta Birleşmiş Milletler Genel Kurulu sırasında Oval Ofis’te gerçekleşen görüşmeyle yeni bir boyut kazandı. Türkiye’nin Washington ile masaya oturması; denkleme bir denge unsuru daha ekledi. Ancak dış politikada her hamlenin maddî ve diplomatik maliyeti vardır: Türkiye, hem sahada etkili olacak bölgesel ittifaklar kurarken hem de Batı ile stratejik diyaloğu sürdürerek menfaatlerini koruma yolunu seçiyor. Oval Ofis görüşmesi, Kudüs Paktı ve TRÇ çerçevesinde inşa edilecek politikanın “çok eksenli” olduğunun göstergesidir.
Önümüzdeki beş yıl, bu üç eksenin "eş güdüm yılı" olmalıdır: birincisi, Kudüs için insani yardım, altyapı ve koordinasyon projeleriyle sahada güven tesis edilmesi; ikincisi, TRÇ iş birlikleriyle enerji ve ticaret hatlarının güçlendirilmesi; üçüncüsü, ABD ve Batılı aktörlerle sürdürülecek dengeli ilişkiler aracılığıyla diplomasi maliyetlerinin kontrol altında tutulması. Bu senaryo, Türkiye’ye sadece güç değil, meşruiyet de kazandıracaktır...
Elbette zorlukları da açıkça söyleyelim: Bölge aktörlerinin farklı çıkarları, Filistin iç siyasetinin karmaşıklığı, küresel dengelerde yaşanabilecek sürtüşmeler… Ancak millî çıkar perspektifi ve tarihî sorumluluk bilinciyle atılacak adımlar, bize başarı kapısını aralayacaktır. MHP lideri Sayın Bahçeli'nin vurguladığı gibi, “Kudüs, mukaddesatımızın kemer taşıdır”; bu taşı korumak, sadece inanç meselesi değil, Türkiye’nin bölgesel istikrar ve itibar meselesidir.
Türkiye artık yalnız bir seyirci değildir. Tarihî sorumluluğunu hatırlayan, milletinin vicdanını temsil eden bir aktör olarak, sahada ve masada inisiyatif alıyor. Kudüs Paktı ile insanî ve hukuki korumayı tesis ederken; TRÇ modeliyle ekonomik ve diplomatik alanları genişletecek; aynı zamanda Batı ile stratejik diyaloğu sürdürerek ülkemizin menfaatlerini en etkin şekilde savunacaktır. Bu üçlü denklem, doğru yönetildiğinde Orta Doğu’ya huzur, Türkiye’ye ise hak ettiği güç ve itibarı getirecektir.
Ve unutulmamalıdır ki, Kudüs bir vicdan, bir merhamet ve bir adalet sınavıdır. Türkiye’nin bu sınavı geçmekteki kararlılığı, yalnızca bölgesel dengeleri değiştirmekle kalmayacak, küresel barış ve güven için de örnek teşkil edecektir. Bu yol, kolay bir yol değildir; fakat tarih boyunca milletimiz kolay olanı değil, doğru olanı seçmiştir. Bugün de aynı kararlılıkla, mazlumun yanında, zalime karşı ve hak ile hakikatin çizgisinde durmak; sadece bir görev değil, bir misyon ve tarihî mirasın yükümlülüğüdür.
İşte Kudüs Paktı, TRÇ modeli ve diplomatik hamlelerimizin anlamı burada ortaya çıkıyor: Türkiye, hem sahada hem masada lider, kararlı ve vizyon sahibi bir aktör olduğunu dünyaya gösteriyor. Ve bu vizyon, sadece bugünün değil, yarının Türkiye’sinin de güven ve itibarını şekillendirecek, milletimizin tarihî sorumluluğunu layıkıyla yerine getirecek bir stratejidir.
Nur Tuğba Aktay'ın önceki yazıları...