Suyun sessiz alarmı...

A -
A +

Su, artık yalnızca bir doğal kaynak değil; ekonomi, toplumsal istikrar ve millî güvenliğin mihenk taşı. Dünya genelinde yaklaşık 2,2 milyar insan güvenli içme suyuna erişemiyor, 800 milyon kişi ise “kritik” su baskısı altında yaşıyor. Türkiye, coğrafi konumu ve iklimsel değişiklikler nedeniyle bu küresel tabloyla doğrudan yüzleşiyor...

 

Son otuz yılda Türkiye’de yağış rejimleri ortalama %25 azaldı. Konya, Tekirdağ ve İç Anadolu tarım havzalarında üretim ciddi kayıplar veriyor; tarımsal üretimdeki düşüş hem gıda güvenliğini hem de ihracat potansiyelini tehdit ediyor. Şehirlerde suya erişim baskısı artıyor; kişi başına düşen yenilenebilir su kaynakları giderek azalıyor. Su kaynaklarının adil dağıtımı, altyapı eksiklikleri ve kırsal-kentsel eşitsizlik, yalnızca çevresel değil, toplumsal güvenlik sorunu hâline gelmiş durumda.

 

Devletin attığı adımlar, bu farkındalığın somut göstergesi. Havza Esaslı Entegre Su Yönetimi ve Su Verimliliği Eylem Planı (2023- 2033), Türkiye’nin su politikalarını modern, stratejik ve bütüncül bir zemine taşıdı. DSİ ve ilgili bakanlıklar, havza bazlı planlama, modern sulama sistemleri ve altyapı yenilenmesini merkezî politika olarak belirledi. Belediyeler, altyapı kayıplarını azaltmak için özel sektörle iş birliği yaparken, tarım ve sanayide su geri kazanımı ve verimli kullanım teşvik ediliyor. Ancak suya erişimde adalet sorunu hâlâ çözülmüş değil; bu alan, toplumsal güven ve siyasi istikrar için kritik bir sınav olarak önümüzde duruyor.

 

Küresel perspektif, suyun önemini daha da görünür kılıyor. Enerji üretimi, tarım ve sanayi doğrudan suya bağlı. Hidroelektrik santrallerinin verimliliği, suyun akışına bağımlı; enerji arz güvenliği ve sanayi üretimi bu dengeden etkileniyor. Türkiye’nin Fırat ve Dicle havzaları, sadece ülke içi su yönetimi için değil, Suriye ve Irak ile diplomasi açısından da stratejik bir koz. Su paylaşımı ve akış kontrolü, bölgesel iş birliği ve uluslararası diplomasinin ayrılmaz bir parçası hâline gelmiş durumda. Özellikle bölgesel enerji ve gıda güvenliği meseleleri düşünüldüğünde, su artık sert güç unsuru olarak öne çıkıyor.

 

Geleceğe dair projeksiyonlar ciddi. Kuraklık artarken, hidroelektrik ve tarım verimliliği üzerindeki baskı büyüyecek; göç ve altyapı sorunları şehirleri test edecek. Su kaynakları uzmanlarına ve çevre mühendislerine göre, Türkiye’nin izlemesi gereken yol dört ana başlıkta özetlenebilir:

 

1. Havza-merkezli entegre yönetim sistemi: Su, enerji ve gıda üçgeninde stratejik bir politika olarak ele alınmalı; havza bazlı planlama ve yenilenebilir kaynak yönetimi, ulusal güvenliğin bir parçası hâline gelmeli.

 

2. Sınır ötesi diplomasi ve iş birliği: Türkiye, paylaştığı havzalarda açık veri paylaşımı ve anlaşmalarla bölgesel etkiyi artırmalı; su, diplomasi aracına dönüşmeli.

 

3. Toplumsal adalet ve verimlilik: Suya erişimde eşitlik, altyapı modernizasyonu ve kırsal-kentsel farkların azaltılması, toplumsal dayanışmayı güçlendirecek ve kamusal güvenini artıracak.

 

4. Teknoloji ve özel sektör: Damla sulama, gri su kullanımı, ileri arıtma sistemleri ve sanayi-tarımda verimli su yönetimi, ekonomik ve stratejik avantaj sağlayacak; suyun yönetimi artık bir stratejik yatırım alanıdır...

 

Kuraklık, gökyüzünün sessizliği değil; devletin ve toplumun stratejik sesini duyurduğu bir alarm. Bu nedenle alınacak tedbirler yalnızca altyapı yatırımları ve teknolojik çözümlerle sınırlı kalmamalı; eğitim ve toplumsal farkındalıkla bütünleşmiş kapsamlı bir stratejiye ihtiyaç var.

 

Dünya genelinde UNESCO’nun "Hükûmetlerarası Hidroloji Programı" (IHP) ve IHE Delft’in "Genç Su Diplomatları Programı" gibi projeler, suyu yalnızca çevresel bir kaynak olarak değil, diplomasi ve yönetişim bağlamında stratejik bir güç unsuru olarak öğretmeyi amaçlıyor. Bu programlar, genç nesilleri su yönetimi, havza bilimi ve uluslararası su diplomasi konularında yetiştiriyor ve toplumun tüm kesimlerinde bilinç oluşturuyor...

 

Türkiye için de benzer bir yaklaşım mümkün. Okullar ve üniversiteler aracılığıyla su yönetimi ve su diplomasisi eğitimleri verilebilir; belediyeler ve sivil toplum kuruluşları ile iş birliği yapılabilir. Böylece hem suya erişimde adalet sağlanır hem de toplum, suyun stratejik önemine dair bilinç kazanır.

 

Özetle, su artık sadece hayat kaynağı değil; ekonomik istikrarı, toplumsal adaleti ve bölgesel nüfuzu güçlendiren stratejik bir araçtır. Türkiye’nin bugünden atacağı adımlar, yarın suyu krizden fırsata dönüştürecek ve ülkenin ulusal güvenliğini pekiştirecektir. Eğitimden diplomasiye, altyapıdan sanayiye kadar su, artık tüm ulusal stratejinin merkezî bir göstergesidir.

 

 

 

Nur Tuğba Aktay'ın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.