Birinci şirketimiz 200 milyon dolarlık borç batağında.
Alacaklarını tahsil etmekte zorlanıyor.
Kârlılık düşmüş, rekabet artmış. Piyasa oldukça kötü diyelim.
Alacakları borçlarına yetmiyor.
Ama patron çok azimli, çok inançlı, ekibi de kendisine ve o da ekibine çok inanıyor.
İkinci şirketimizin borcu ise 20 milyon dolar.
O da alacaklarını almakta zorlanıyor.
Ama ekibin patrona ve düzeleceklerine inancı zayıf. Patron ise depresif. Odasına kapanmış, kimseyle konuşmuyor.
Şimdi size soru, bu şirketlerden birine yatırım yapacaksınız, hangisine yaparsınız, hangisinin düzlüğe çıkacağına daha çok inanırsınız?
İnanç olmayınca nasıl rakamlar büyüyor, işler zorlaşıyor. İnanç olunca nasıl kolaylaşıyor. Öyle değil mi?
Türkiye’nin durumuna bağlayalım konuyu. İnanç faktörünü eklediğimizde Türkiye’nin çözülemeyecek hiçbir sorunu yok. Ekonomi de düzelir. Paramız da değerlenir. Gücümüz de artar. Bölgede yaşanılanlardan sonra Türkiye bölgenin lideri hâline de gelir. Ama bunların olması için ülkenin ekseriyetinin buna inanması, buna kani olması gerekir.
İnanç faktörünü çıkardığımızda da her yıl “oysa bir önceki yıl ne iyiymiş, kıymetini bilememişiz” der, dururuz. Şu anki seçim matematiğiyle zaten her dönem %48’e %52 ya da %49’a %51 şeklinde karpuz gibi iki ayrı kutba bölünüp duruyoruz.
Şimdi, Türkiye’nin çözmesi gereken sorunlar var mı? Var. Çözebilir mi? Çözebilir. Peki hedeflere ne kadar sürede yürüyebilir? İşte o yolla, hedefle ilgili bir konu değil, bizim inancımızla, yürüme hızımızla ilgili.
Ticaret hayatımın son on yılı tümüyle borç yükü altına girip o yükü kaldırmaya çalışmakla geçti. Eskiden çok korkardım borç ödemekten, daha doğrusu ödeyememekten. Zamanla kendi borç ödeme tekniğimi geliştirdim. Onu sizinle paylaşayım. Belki biriyle paylaşırsınız, faydası olur.
Öncelikle mümkün olduğunca borcu yutabileceğim boyutta parçalara bölmeye çalışırım. Mesela 3 ay sonraya çok yüklü bir ödeme yerine 1., 2., 3., 4., 5. ve 6. aylara altı eşit taksite bölüp ortalama vadede yine 3 aya getirmiş olurum.
Sonra, eskiden en çok beni yoran şey yaptığım satış miktarları ile ödeyeceğim borcun orantısı olurdu. Mesela 10 milyon TL ödeyeceğim ama o gün yaptığım bir satış 10.000 TL ise “10 bin liralarla 10 milyonu nasıl ödeyeceğim” diye strese girerdim.
Sonra bunu oyunlaştırmaya karar verdim. Bir Excel dosyası açtım. Bir satıra toplam borcu yazdım. Başka bir kolona ise ödediğim tutarları sırayla yazmaya başladım. Sonra da bi istatistik görseli oluşturup pasta dilimi şeklinde ödenmiş borcun toplam borca oranını görselleştirdim. Bir yuvarlağın içindeki minicik dilimi kırmızıya boyadım. Oyun şuydu, kırmızı alanı büyütmek.
Buradaki esas mesele de şu, sürekli iyileşme. 10 bin lira mı geldi? Hemen gönder. Bir sıfırdan büyüktür. Bugün on bin, yarın yüz bin.
Fark ettim ki 10 milyon lira aslında minik minik on bin liralardan oluşuyor.
Görseldeki kırmızı dilim büyüdükçe mutlu ve motive oldum. Çeyreğe geldi, küçük bir kutlama yaptım kendi içimde. Yarıya geldi, benden mutlusu yoktu. Üç çeyrek oldu, tamam bitti bu iş dedim.
Böyle bilgisayarımda onlarca Excel var. Başlanmış ve bitirilmiş. Bu yöntemi çok tavsiye ediyorum.
Bir önemli unsur da şu, eğer farklı kişilere borçlarınız varsa küçük borçları önden kapatıp muhatap sayısını azaltmak. On kişi yerine üç kişiyle muhatap olmak. Çünkü birine küçük bir borcunuz varsa o size ağzına geleni söyler, çünkü para küçüktür, ödemezseniz bile söyledikleriyle yüreğini soğutur. Ama birine çok ciddi borcunuz varsa o kişi sizin motivasyonunuzu düşürmek istemez. Söylenmeyle de yüreği soğumaz.
En önemlisi de her zaman arkasında olmak, her zaman iletişimde olmak. Benim ödediğim rakamlar hiçbir zaman birine borç şeklinde değildi, tedarikçiye olan vadeli ödemelerdi. Ama bu durumda bile tedarikçime kendimi hiç arattırmamaya gayret ettim. İster istemez o aramalar sizi demotive ediyor, aşağı çekiyor.
Bir diğer yandan alacaklı borçluyu aramak zorunda değildir ama borçlu alacaklıyı aramak, bilgilendirmek zorundadır. Şu telefonlara çıkmamak, cevap vermemek, peşinde koşturmak hiç anlam veremediğim şeyler. Hele “Yüzüm yok” diye açıklanması, hiç kabul edilemez. Alacaklıların en delirdiği şey de borcunu alamamaktan çok muhatabına ulaşamamak.
Bunlar naçizane benim önerilerimdi. Allah herkese ödeme kolaylığı nasip etsin.
Ömer Ekinci'nin önceki yazıları...