İkinci Cihan Harbi'nin sonundan Sovyetler Birliği’nin yıkılışına kadar iki kutuplu bir dünya vardı. İnsanlar biri kapitalizmin diğeri komünizmin temsilcisi olan iki zahirî gücün kıskacında kıpırdayamaz ve düşünemez hâle getirilmişti. Aslında bu, işin görünen kısmıydı. Görünmeyen tarafta ise Yahudi, işini ve sermayesini büyütüyordu.
Biraz kafasını kaldıran olursa derhâl eziliyordu. Ezme işi ya Moskofun tankıyla ya ABD’nin “bizim çocuklar”ıyla oluyordu. Aletler farklı olsa da netice aynıydı. Bu iki güç al gülüm ver gülümle dünyayı korkutup sömürülerini devam ettiriyordu. Ne var ki asıl parsayı beynelmilel Yahudi sermayesi götürüyordu. O günün şartlarında bu oyunu çözme imkânı yoktu. Ya İvan’ı ya Coni’yi tercih edecektin! Başka bir alternatif ortaya koyacak bir zemin maalesef bulunmuyordu...
Sovyetlerin kapalı devre ve acımasız sistemi fazla devam etmeyecekti. Onun 1990’lı yıllarda çöküşü ile birlikte dünya tek kutuplu bir hâle gelmişti. ABD bu hadiseden itibaren yaklaşık bir çeyrek asır rakipsiz kaldı.
Dünyanın tek kutuplu kalmasıyla birlikte ABD’nin özgürlükler ülkesi imajı yerle bir olacaktı. Muhtemelen bu tarihten itibaren Siyonizmin maşası hâline geldi. Derhâl kendisine bir düşman üretti. Bu düşman, İsrail’in hedefleri için en büyük rakip olarak gördüğü İslam dünyası olacaktı.
Nitekim bu ortamda ABD önce Irak’ı işgal etti. Kürt bölgesini emniyete aldı. Şiileri kalan kısımda başa geçirdi. Kaddafi’yi devirdi. Mısır’ı hizaya soktu. Tunus’u karıştırdı. Sudan’ı böldü. İsrail vasıtasıyla Filistin’i yangın yerine çevirdi. Suriye’yi üçe ayırdı ve orada adım adım bağımsızlığa giden bir Kürt bölgesi ortaya çıkardı...
Taşeron örgütleri ve aparatları eliyle kırk yıl zarfında bölgeyi kan gölüne çevirdi. Milyonlar hayatını kaybetti. Yine milyonlar mülteci durumuna düştü. Tabii bütün bunlar gözümüzün önünde olanlar. Kimsenin farkına varamadığı başka ne işler çevirdi? Artık onları birileriyle paylaştı mı yoksa tamamen kendine mi sakladı bilemeyiz.
Son on senedir iki kutuplu dünya yavaş yavaş yeniden şekillenmeye başladı. ABD yerinde duruyor lakin bu sefer dengeyi sağlayan diğer güç Rusya değil Çin. Buna Çin-Rus ittifakı desek belki daha doğru olur. Bir yanda ABD diğer yanda Çin ve Rusya. Ancak bu ittifak on iki günlük İsrail-İran savaşında iyi bir görüntü veremedi.
Zira İran’ın en büyük güvencesi bunlardı. Lakin ABD bir gecelik şovuyla İran’ı bitirirken en cılız bir ses dahi çıkaramamaları karizmalarını ciddi şekilde çizdirdi. Aynı şey Venezuela’nın da başına gelirse artık kimse Rus-Çin ittifakına güvenmez. İkinci kutup çöker ve dünya yeniden bir müddet için de olsa tek kutuplu olur.
Asya ittifakı Venezuela da bu durumu düzeltemez ve Maduro’yu da yalnız bırakırsa yukarıdaki netice kaçınılmaz olur. Mamafih güvensizlik meselesi ABD ve NATO için de geçerli. Nitekim Ukrayna ABD’ye duyduğu derin güvenin bedelini ödüyor. Trump Rusya’ya karşı çok tavizkâr davranıyor. Hâlbuki Rusya cephede çok zor durumda. Büyük coğrafyası ve yüz elli milyona yakın nüfusuyla ekonomisini şu an için kör topal kurtarıyor ise de cephe hattında sıkıntılı...
Trump buna ve Avrupalı devletlerin karşı çıkmasına rağmen Zelenskiy’ye yeterli desteği vermiyor. Bunu şimdiye kadar Başkan'ın ahlaksız geçmişine bağladık. Ellerinde videolar var ve şantaj yapıyorlar dedik. Gelişmeler bu kanaatte ne derece haklı olduğumuzu ortaya koyuyor. Yalnız geçen zaman içinde bu şantaj unsurlarına birileri daha eklendi. Onlar Rusya’ya uygulanan ambargo sebebiyle büyük gelirlerden olan beynelmilel sermaye. Anladığımız kadarıyla Trump tek taraflı değil en az üç taraflı bir şantaja tabi tutuluyor. Bir cenah Rusya, bir cenah İsrail ve bir cenah da Yahudi sermayesi. Tabii daha başka devlet ve gruplar da olabilir. Bunlar gözümüzün önünde bir Başkan'ı maymuna çevirdi. İnsanlık için ibret vesikası!..
Kime güvenebiliriz?
Elbette bütün bu olup bitenlerden bizim de dersler çıkarmamız gerekiyor. Evvelemirde şunu bilmeliyiz ki dostluğuna güvenilecek bir devlet veya devlet başkanı yok. Dost dediğimiz insanların hangi zaafları var bilemiyoruz. Düşmanımız o zaaflardan yakaladı mı hiç affetmez. Kırk yıllık dost gördüğünüz kimselerin bir gecede aleyhinize geçtiğini şaşkınlıkla fark edersiniz. İsrail ile bu denli yakınlaşmasını, Türk Cumhuriyetleri’nin Güney Kıbrıs için tutumunu böyle mi okumak lazım düşünmek gerekir!
Şu da bir gerçek ki NATO içinde bulunmamız bunun hep böyle olacağı manasına gelmiyor. Vakti zamanı geldiğinde kendi güvenlik paktımızı kurmak zorundayız. ABD’nin Ukrayna’ya, Rusya ve Çin’in İran’a ve şimdi Venezuela’ya yaptıkları ortada iken rahat rahat oturamayız.
NATO bizi bir Doğu devletine karşı destekleyebilir. Ancak kendi dünyasından bir devlete karşı, mesela Yunanistan’a, İsrail’e veya bir başkasına karşı asla yanımızda olmaz. Hatta karşımızda yer alır. Türkiye olarak hesabımızı bunlara göre yapmazsak sıkıntılı günler yaşayabiliriz. Hiçbir sözlerine güvenilemeyeceği gibi hiçbir senetlerine de güvenilmez. Dost dediklerimize dahi güvenemeyeceğimiz noktada iken "Haçlı artıkları"na nasıl itimat edebiliriz?
Bu güçlerin canavarlıkları ise akıl alır gibi değil. Nitekim yakın tarih bütün tüylerimizi ayağa kaldıracak hadiselerle dolu.
Her iki dünya savaşında ve fakat bilhassa ikinci dünya savaşında birbirlerinden milyonlarca insanı öldürdüler. Siviller halı bombardımanına tabi tutuldu. Tokyo ve Berlin neredeyse haritadan silindi. Üstelik bu canilikleri gözlerini kırpmadan yaptılar. Almanya’nın biraz daha zamanı olsaydı atom bombasını hiç düşünmeden her yere atardı veya teslim olmasaydı müttefikler Alman şehirlerine atardı.
Japonya’ya uygulanan vahşi tatbikat bunu fazlasıyla yapabilecek potansiyelde olduklarını ortaya koyuyor. Haddizatında bu vahşilik Batı'nın tarihî kodlarında var. Avrupa tarihi birbirlerini boğazladıkları sayısız örnekle dolu. Biraz palazlandılar mı ilk işleri birbirlerine saldırmak. Tafsilata girmek isteyenler harb-i umumiye kadarki Avrupa siyasi tarihini açıp okusun.
İki yıldır Gazze’deki korkunç katliamlara destek verenler bunlara dair en ufak bir vicdan muhasebesi yapmış değiller. Akılları fikirleri Netanyahu’yu uluslararası mahkemeden kurtarma düşüncesinde…
İnsana yatırım!
Hâl böyleyken Türkiye olarak her konuda almamız gereken büyük mesafe var. Evet son senelerde savunma sanayiinde ciddi ilerlemeler kaydettik. Ne var ki şu ana kadar yaptıklarımız henüz işin ilk adımları. Arkasını getirmemiz lazım. Dengeyi Yunanistan’la, İran’la değil ABD ile Rusya ile kurmamız lazım. Yani hesabımızı ona göre yapmalıyız.
Üzerimize sayısız Haçlı Seferi düzenlemiş bir Batı yarın kaldığımız yerden devam ediyoruz derse hazırlıklı olmak durumundayız. Zaten onu üstü kapalı diyor. Bir tek açık savaş ilan etmediği kaldı. Onu da gerekli gördüğü noktada yapar. Buna mâni olabilecek adımların da atılması elzem görünüyor.
Muhatap olarak ABD’yi Çin’i Rusya’yı almamız doğru anlaşılmalı. Biz bugünden yarına bir kuvvet dengelenmesinden söz etmiyoruz. Yirmi beş senelik, elli senelik planlara ihtiyacımız var. Tabii bunları tutturabilmek için öncelikle siyasi istikrar gerekir. Batı'nın taşeronları işbaşına geldiğinde bunca emek çöp olur.
Bununla beraber Türkiye’nin Doğu ve Batı arasından yükselmesi için her şeyden evvel insana yatırım yapması gerekiyor. Bugün en büyük problemimiz insan kaynağımızın neredeyse kurumuş olması.
Bugünün çoluk çocuk sahibi nesilleri babalarının onlara aktardığı değerleri maalesef ayniyle çocuklarına devredemedi. Hatta kendileri de babalarından devraldıkları birçok değeri bu büyük afette kaybetti.
Şimdiki nesiller ecdadımızın asırlarca yaşattığı birçok değeri kaale dahi almıyor. Bencillik tavan yapmış durumda. Merhamet unutulmuş. Fedakârlık masallarda kalmış. Bırakın kahramanlığı cesaret bile kalmamış. Acil ve gerçek bir müdahale yapılmadan bunda bir düzelme olmaz. Bu ise cerrahi bir müdahale değil tam anlamıyla çekirdekten bir eğitim seferberliği ile mümkün olabilir. Dolayısıyla önce problemi hakkıyla tespit etmek gerekir ki şu an böyle bir tespitin yapıldığına dair bir işaret yok…
Bütün bu merhaleleri aşıp Büyük Türkiye’yi kurduğumuzda üçüncü ve en büyük kutbu da inşa etmiş olacağız... O andan itibaren Osmanlının 1450-1600 yılları arasında tesis ettiği tek kutuplu dünya "Kızılelma"mız olacaktır. Bizim "Kızılelma"mız dünyanın da huzuru ve refahı demektir.
TEFEKKÜR
Bir kere kişi düşmesin âlemde yerinden
Ol an dağılır meclîs-i cem’iyyet-i ahbâb
Enderunlu Vâsıf
(Kişi, bir kere düşmeye görsün yerinden,
O an dağılıverir dostları çevresinden.)

