Dinle
Kaydet
Türkiye Gazetesi
Tarlamızı gazel okuyarak sürdüler!
0:00 0:00
1x
a- | +A

Tiyatro ve sinema sanatçısı Şevket Altuğ’un sosyal medyada yayılan açıklamaları ses getirdi. Altuğ sizi ekranda neden göremiyoruz sorusuna bakın nasıl cevap vermiş:

“Ana akım medyaya sokulan ABD’li ‘uzmanlar’ tarafından Türk toplumunun değerleri değiştirildi! Bütün dizilerde tabanca, tüfek, mafya, yatak, aldatma… Millet birbirini öldürüyor! Bu ortamda ben olamam. Çünkü biz yaptığımız işlerde topluma sevgiyi, hoşgörüyü, toleransı, mahalle kültürünü, birlikte yaşamayı ve dayanışmayı öğretmeye çalıştık. Böyle bir senaryoyla karşılaşırsam, yaşıma rağmen hâlâ oynayabilirim. Ama karşılaşacağımı pek zannetmiyorum. Toplumu TV’lerde ‘CIA eliyle’ kirlettiler; mahvedip böldüler. Gündüz kuşağı zaten rezalet ama kimse umursamıyor! Bilinçli bir tükenişe götürüyorlar...”

Bunun gibi operasyonlara maruz kalan hiçbir devlet ayakta kalamaz. Devlet dediğimiz yapı sağlıklı bir cemiyetle ayakta kalır. Cemiyetin çürüdüğü daha doğrusu çürütüldüğü bir memleket ufak bir sarsıntıda yıkılır.

Şevket Altuğ’un yukarıdaki tespitleri harfiyen doğru. Olup bitenleri anlamamak için çok saf olmak gerekir. Bizler CIA deyince bond çantalı casuslar arıyoruz! Hâlbuki casuslar hassas gördükleri her alana sızmış durumdalar. Bunlar yazar, bunlar yönetmen, bunlar yapımcı, bunlar artist... Servis edilen bütün yapımlar bir hedefi gerçekleştirmek gayesi güdüyor: Türk milletini çürütmek!..

Burada "bozmak" diyecektim. Fakat bozulan bir şeyin kolayca tamir edilebileceğini düşününce "çürütmek" tabirini kullandım. Çünkü çürüyen bir şeyi yeniden toparlamak çok zordur!..

Ne yazık ki hedeflerine büyük ölçüde vardılar. Son zamanlarda işlenen cinayetleri gözünüzün önüne getirirseniz ne demek istediğimizi anlarsınız. On beş yaşındaki bir çocuk babasını öldürüyor, bir baba bütün ailesini katlediyor, bir anne kızı tarafından camdan atılıyor. Nihayet ana akım bir medyada yaşananlar eyvah eyvah dedirtiyor.

Maalesef bütün bunlar milletimizin bir pelte hâline geldiğinin işaretidir. Bütün değerlerini yitirip nefsiyle baş başa kalmış bir cemiyetle muhatabız. İşin kötüsü bu saatten sonra işi toparlamak mümkün değil. En azından bu iş iğneyle kuyu kazmak kadar zor. Zira iyilikler yokuş çıkar gibi, kötülükler bir sel gibi yayılır. İdarecilerimizin “kadın, kadın, kadın” dediği yıllarda birileri tarlamızı sürüp durdu!..

Tarih dizilerinde dahi bir adamın etrafını hep hain gösterdiler. Biz hainlerle mi dünyaya insanlık ve ahlak dersi verdik, medeniyet hamleleri gerçekleştirdik desek de anlatamadık. Her akşam dizilerle cemiyet çürüyor, zemin kayıyor diye haykırdık. Gelin görün ki haykırdığımızla kaldık.

Kendimizi aldatmayalım!

Davayı Türk aile yapısını koruyamamakla kaybettik. Kadınlarımıza sahip çıkamadık! Üstelik bunu “kadın” diyerek yaptık. Kadın istihdamına hep olumlu bir mana yükledik. Her yıl şu kadar daha kadın istihdamı sağladık diye övünüp durduk.

Bu tavrın neye mal olduğu konusunda ise hiç kafa yormadık. Bilemedik veya bilmek istemedik ki; kadını evinden söküp alırsak yeni nesilleri kim yetiştirecek? Baba işte, anne işte, çocuk ise kreşte. Bu şekilde yetişen çocuğun aile bağı ne kadar kuvvetli olabilirdi?

Küçücükken kreşteydi, biraz büyüdü okula başladı. Ailesiyle babasıyla yeteri kadar vakit geçiremedi. En zor anlarında onlar iş güç peşindeydi. Nihayet çocuk birçok eksik duyguyla evlenecek yaşa geldi. Şimdi ondan Türkiye’yi kurtaracak nesiller yetiştirmesini bekle. Bu elbette mümkün değil...

Şimdilerde Aile Bakanımız ve bir kısım duyarlı ilim adamımızın, “Nüfusumuz eriyor. Geri sayım başladı. 20 yıla varmadan yaşlı bir nüfusumuz olacak. Hiçbir alanda çalışacak iş gücü bulamayacağız. En büyük beka meselesi kapımızda” feryatları duyuluyor. Peki çare dediğinizde kimse gerçekleri görmek istemiyor!

Zira bu neticeden kendimiz mesulüz. Her şey seksenli yıllarda başladı. ANAP iktidarıyla halk büyük şehirlere göçmeye zorlandı. Mazota gübreye yapılan zamlar ziraatı, büyük çaplı et ithalatı hayvancılığı vurmuştu. Maksat fabrikalara ucuz iş gücü teminiydi. O yıllarda âdeta “haydi köylüler şehire...” kampanyası başlatılmıştı.

Üç beş kuruşunu cebine koyan İstanbul’un yolunu tutmuştu. Biri diğerini, diğeri ötekini takip etmişti. Sonunda el büyüklüğündeki tarla için birbirini vuranlar tarlayı tapanı bırakıp mitili İstanbul’a atmıştı. İstanbul aradığını bulmuş, fabrikalar ucuz iş gücüne kavuşmuştu. Fakat köyler boşalmıştı. Orada kalanların yaşlanmasıyla birlikte de araziler ekilmemeye başlanmıştı. Artık kâğıt üstündeki rakamlar hiçbir şey ifade etmiyordu. Milyonlarca dönüm arazi boş boş yatıyordu…

Köyünden kalkıp gelenler aradan seneler de geçse şehre alışamadı. Alıştıkları bir konu vardı: Çocuk sayısı... Köyde insana en çok lazım olan şey iş gücü idi. Bu da çok çocuğu gerekli kılıyordu. Üç çocuk az beş çocuk normaldi. Köy-şehir dengesinin bozulmadığı günlerde milletimizin %75’i köy ve ona mümasil yerlerde ikamet ettiği için nüfusumuz hızla artıyordu. O yıllarda vatan hainleri doğum kontrolü kampanyaları başlatmışlardı. Değerlerini yaşamasa da Türk'ün sayısının artmasından endişelenmişlerdi. Buna önayak olan Türk safdiller de vardı!..

Tarlanın, bağın, bahçenin arasından küçük küçük evlere gelip yerleşenler çocuğun yük olduğunu düşünmeye başladılar. Tabii bu hemen olmadı. Şehir sakinlerinin hayatlarına vâkıf oldukça bu kanaate vardılar. Şehirde dört beş çocuk yüktü. İki çocuk idealdi. Bir bile kurtarırdı!..

Zihniyet yapısındaki bu değişime 2000'li yıllarda, “haydi kadınlar işe” kampanyası da eklenince olanlar oldu. Türk milleti artık çocuk sahibi olmuyor, fabrika ve ev arasında koşturup duruyordu...

Bütün bunlar yetmezmiş gibi dışarıdan gelen bir akılla, “kadının beyanı esastır”, “ömür boyu nafaka” gibi adımlar da atılınca kontrol tamamen kaybedildi. Artık gençler bırakın çocuk sahibi olmayı evlenmekten dahi korkar oldu!..

Bir imza ömür boyu nafaka ödemeye sebep olabilirdi. “Kadının beyanı esastır” kanunu ise aile yuvalarını temelinden sarstı. Kadını korumak isterken karı koca arasında uçurumların açılmasına, boşanmaların artmasına ve hatta kadın cinayetlerinde artış yaşanmasına sebep oldu...

Hafazanallah!

Kadınlar eskiden "evin sultanı" olarak görülürdü. Şimdi ise kadın fabrikalarda, işletmelerde çarkı döndüreceğim diye yırtınıp duruyor. Sultanlığını unuttu, beyinin hanımı olduğunu unuttu ve her şeyden önemlisi eğer varsa çocuğunun annesi olduğunu unuttu. Hatta çocuk sahibi olmayı unuttu!..

Bu noktadan nasıl dönülür bilemiyoruz. İşin bilebildiğimiz kısmı haydi kadınlar işe demekle aileyi kurtaramayız, kurtarsak kurtarsak büyük iş adamlarını kurtarırız. Kadınlarımızı tezgâhtar, fabrika çalışanı olarak görmeyi bırakmamız gerekiyor.

Çalışma hayatına atılacak kadına kimse engel değil. Okul, meslek ve her ne yapacaksa bütün yollar sonuna kadar açık. İsteyen çalışır. Çalışan da karşılığını alır. Fakat devletimizin çalışan kadını bırakıp artık evinde olan kadını düşünmesi gerekiyor. Onu asalak gibi değil cephedeki asker gibi görmesi gerekiyor. Mademki nüfus azalması bir beka meselesi hâline geldi öyleyse evinde ikiden fazla çocuk sahibi olan ve onları eğiten anneye bir asgari ücret bağlamak gerekiyor...

Bu arada kadınlarımıza matuf özel bir beyin yıkama kampanyası yapıldığını da unutmayalım. Kocasına bir çay vermeyi hizmetçilik olarak gösterenlerin aynı kadının yabancılara hizmetini ise gurur vesilesi gibi sunmaları ne yaman bir çelişkidir! Bu arada sabahtan akşama kadar çalışıp evinin, eşinin, çocuklarının nafakasını kazanmak için ter döken adamın yaptığı iş ise asıl hizmetçilik değil de nedir? Kimse bunu düşünmüyor!

Nüfus artışına menfi tesir eden bir başka husus da insanımızın rahatlığa alışması. Kendi köyümden biliyorum insanlar yumurtayı bile marketten alıyor. Ekmek zaten epeydir marketten. Fırın yakalım, köy ekmeği pişirelim, geçmiş ola… Artık herkes köyde de şehirde de şehirli gibi yaşamak istiyor. Yakında, “kötü kokular yayıyor, köy içinde hayvan beslemek yasaklansın” diyenler çıkarsa şaşırmamak lazım.

Dolayısıyla şu an köye dönmek de çare olmaz çünkü zihniyet bozuldu. Zevk peşinde koşmak hayatın gayesi hâline geldi. Böyle düşünenler hangi sebeple çocuk sahibi olacak?! Onda da bir zevk unsuru görürse ne âlâ aksi takdirde bu nesil öyle mesuliyetleri almaz. Üstüne bir de idarecilerin lüks hayatı özendiren davranışları var. Hadi gel de çocuk iste!

Netice olarak büyük bir sıkıntıyla karşı karşıyayız. İşin kötü tarafı ise idarecilerimizin hâlâ pansumanla yarayı iyileştirebileceğini düşünüyor olması. Kredi vermekle evlilikleri, destek vermekle çocuk sayısını artırabileceklerini hesap ediyorlar. Çalışma hayatının doğurganlığı fazlaca azaltmadığı gazelini okuyup duruyorlar. Bu gidişle “Alper Tunga öldü mü…” ağıdının yerini “Türk milleti öldü mü…” alır.

Hafazanallah!

TEFEKKÜR

Eylemez irâs-ı hüsn ârâyişi bed-tıynetin

Ziynet olmaz mâra endâmındaki nakş ü nigâr

Koca Râgıb Paşa

(Kötü huyluya süslenişi güzellik sağlamaz,

Yılana, gövdesindeki nakış ve bezekler süs olmaz!)

Ahmet Şimşirgil'in önceki yazıları...

ÖNE ÇIKANLAR