Kaydet
a- | +A

Mukaddes dînimiz İslâmiyette, “on mübârek gece” vardır. Recep ayının ilk Cuma gecesi Regâib gecesi, 27. gecesi de “Mi’râc gecesi”dir.

“Mi’râc gecesi”, Sevgili Peygamberimizin “İsrâ” ve “Mi’râc” mu’cizeleriyle şereflendiği, göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere götürüldüğü ve Allahü teâlâ ile konuştuğu gecedir.

Resûlullah Efendimiz, “Bi’set-i Nebeviyye”lerinin başından itibâren, 11 yılı aşkın bir zamandan beri, Allahü teâlânın dînini, büyük bir aşk ve şevkle ve son derece büyük bir merhamet ve şefkatle, insanlara teblîğ ediyordu. Ama Mekke halkı, kendilerini dünyâ ve âhirette mes’ûd ve bahtiyâr kılacak olan bu yüce esâslara îmân etmiyor, üstelik Peygamberimize ve Müslümânlara da çok sıkıntı veriyorlardı.

Sevgili Peygamberimiz, hicretten bir yıl önce, 52 yaşında idi. Resûlullah’ın hem kendisine, hem de Eshâbına uygulanan baskılar, boykotlar, ezâ ve cefâlar haddi aşmıştı. İşkenceye tahammül edemeyen bazı Müslümânlar, Resûlullah’tan aldıkları izinle, Habeşistân’a hicret etmişlerdi.

Mekke müşriklerine karşı kendisini himâye eden amcası Ebû Tâlib, bu senede vefât etti. Bir müddet sonra, 25 yıllık biricik hanımı ve en yakın destekçisi Hazret-i Hatîce vâlidemizi de kaybetti. Hattâ bunlardan dolayı, bu seneye “Senetü’l-hüzün=Âmü’l-hüzün=Hüzün yılı” denildi.

Ne kadar enteresan bir durumdur ki, başka hiçbir Peygambere nasip olmayan “İsrâ ve Mi'râc Mu’cizesi”, Tâif seferinden müteessir olarak dönen Peygamber Efendimizin, iki yakınını da kaybettiği, kendisini en yalnız ve en çok üzgün hissettiği bir zamanda olmuştur.

Bu “mu'cize”yi, zaman ve mekân mefhûmlarıyla açıklamak ve akıl ile îzâh etmek mümkün değildir. Ama İlâhî kudretin ve Peygamberlik mertebesinin ne demek olduğunu idrâk edebilenler, bu hâdisede de bir garîplik görmezler. Allah ve Resûlüne inananlar, mu'cizelere de inanırlar.

Sevgili Peygamberimizin, Mescid-i Harâm ile Mescid-i Aksâ arasındaki seyâhatleri, geceleyin vukû' bulduğu için, “gece yolculuğu yaptırılması” ma'nâsında bu olaya "İsrâ" denilmiş, bu mübârek kelime, aynı olayı anlatan âyetle başlayan "İsrâ" sûresinin de adı olmuştur.

“Mi'râc” ise, sözlük ma’nâsı itibârıyla “merdiven” ve “yükseğe çıkmak” gibi ma'nâlara gelmekle beraber, esâs i’tibârıyla, Resûl-i Ekrem Efendimizin, “varlık ufuklarının üstüne, yüce makâmlara yükselmesi” demektir.

Nitekim Resûlullah Efendimiz, “Mi'râc hadîsleri”nde “yükseğe çıkarıldım” buyurduklarından, bu hâdise “Mi'râc Hâdisesi” diye anılmıştır.

İslâm âlimleri buyuruyorlar ki: “Mi’râc, rûh ve ceset ile birlikte oldu. Peygamberimizin Mekke'den Kudüs'e götürüldüğü, âyet-i kerîme ile [İsrâ, 1] sâbit olduğundan, Mi’râcın bu kısmına inanmayan kâfir olur. Göklere, bilinmeyen yerlere götürüldüğüne inanmayan ise sapık olur.”

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Mi’râc’da Cennet’i, Cehennem’i, sayısız şeyleri görüp, Kürsî, Arş ve Rûh âlemlerini de geçerek, bilinmeyen, anlaşılamayan, anlatılamayan şekilde, mekânsız, zamânsız, cihetsiz, sıfatsız olarak Allahü teâlâyı da gördü. Hiçbir mahlûkun bilemeyeceği, anlayamayacağı ni’metlere kavuşup bir anda, Kudüs'e ve oradan da Mekke-i Mükerreme’ye geldi.

Mi’râc gecesini tâât u ibâdâtla, meselâ tevbe-istiğfâr etmekle, kazâ namazları kılmakla, Kur’ân-ı kerîm ve kıymetli ilmihâl kitaplarını okumakla, tesbîhâtla, salevât-ı şerîfe getirmekle, duâ, münâcât, tazarru’ ve niyâzla… gündüzünü de oruçla geçirmelidir.

Prof. Dr. Ramazan Ayvallı'nın önceki yazıları...

ÖNE ÇIKANLAR