Adı “kibritçi”ye çıkan pinti tiryakiler ceplerindeki kibrite kıyamaz, “Ateşin var mı bilader” der, ona buna askıntı olurlar.
Kutusunda “vasati (ortalama) 40 çöp” yazan bir ürün vardı hatırladınız mı?
Tabii ki kibrit, n’olabilir ki başka?
Bazı vilayetlerde ise adı kirpittir. Onlar zaten köprüye “körpi”, toprağa “torpak”, yaprağa “yarpak” derler, hiiiç mahzuru yok, canları nasıl istiyorsa.
Eskiler ise “ecza” ve “kükürt” tabirini kullanırlar, nitekim Başkırtçada kökört, Kazakçada kükirt, Özbekçede gügürttür, el değil, anlaşırsın sonunda.
Bir de masallarda adı geçen kibrit-i ahmer vardır ki sürüldüğü taşı altın yapar. Sıkıntılı bi’ şi, al başına mesai “Acaba bugün gramı kaç para?”
Kibrit otunun kibritle ilgisi alakası yoktur ama başaklarını toz hâline getirirseniz kolay alev alır, havai fişeklerde sarı sarı renk yapar.
Kibrit kebabı, kibrit bilezik... Bunlar yakıştırma, yapıştırma. Bir de “köküne kibrit suyu dökmek” var, “muzırı imha!”
EVVEL ZAMANLAR
Yıl 1669 - Yer İrlanda.
Kimyacı Robert Boyle nereden icap ettiyse kükürtlü bi tahtayı fosforlu bi’ kartona sürter, kıvılcım çıkar. “Hımmm! Demek ki ateş yakabiliriz bununla!”
İngiliz kimyager J. Walker antimon, sülfür, potasyum klorat ve nişastayı zamk-ı Arabi marifetiyle çöp ucuna bular, friction matches (sürtünme kibriti) yapar (1827).
Evet işe yarar ama çok fena kokar. Bööö berrrbat!
Amerikan filmlerinde kovboylar kibriti çizmesine, kotuna, botuna sürüp yakar. Ben kutular dolusu telef ettim beceremedim, “Bir yere kapçık mı (kutu kenarı) yapıştırdılar acaba?”
Meğer öyle değilmiş, ilk kibritler herhangi bir satha sürüldüğünde alevlenirmiş kolayca.
HİBRİT KİBRİT
Fransız kimyacı Charles Sauria kokmayan kibrit yapmayı başarsa da (1830) kullandığı beyaz fosfor engerekten zehirlidir; nekroza, kangrene yol açar. Kaldı ki sürtünmeye hassastır, bazen kendiliğinden parlayacağı tutar, iş açar başınıza.
Yetmez gibi Danimarkalı Hans “Kibritçi Kız” masalını yazar (1845), pek ağlangaçlıdır, etfali (tıfılları, çocukları) dert sahibi yapar o yaşta.
İsveçli J. Edvard Lundstorm ise al fosfordan mamul safety matches (güvenli ve zehirsiz kibrit) ile ortaya çıkar (1855) sadece kutu kenarına sürülünce alevlenir. Lakin pahalıdır, vatandaşı aşar. Ona o parayı veresiye kadaaaar, gider eşten dosttan alırsın, komşu komşunun külüne muhtaç.
Derken İsveçli kimyager Gustaf Erik Pasch, sıfır fosforlu kibrite imza atar, emniyetli ve sıhhidir, hem de kokmaz.
KİBRİT KUTUSU KADAR
Joshua Pusey ise şu anda kullanılan kutuyu yapar, patenti Diamond Match Company’ye satar (1889). Aldığı hepi topu 4 bin dolar para. Hâlbuki çılgınca sürüm vardır, beherinden bir kapik kapmış olsa...
Kopiller de kibritten ziyade kutusuyla ilgilenir, karşılıklı atarlar şakulü getiren yatıranı yutar.
Meraklısı her marka ve modelden kutu toplar, koleksiyon yapar.
Ayrıca hacim ölçüsüdür, hekimler “Peynir yiyebilirsin ama” derler “Sadece kibrit kutusu kadar.”
Malum bazı tekaütler makete sarar, maaşı kibrite yatırırlar. Mimari eserlerin küçüklerini yaparlar, ince iştir, kapısı penceresi açılır icabında.
Delikanlı kibrit tutuşundan belli olur, çöpü çat diye vurur, alevi avucunda saklar. Hem de lodosa karşı giden arabalı vapurda.
Acemilerinki ise biteviye söner, kibrit masrafı sigarayı aşar. Sonunda asabileşir, yanmayan çöpleri zillere sıkıştırırlar, vatandaşın ne kabahati varsa?
Kızların canı tatlıdır, kibriti kendilerine doğru çekmez, dışa doğru çakar, ocağı yaktılar mı hemen “üfler” ya da “sallarlar”.
Gaz ocağının etrafında, mum tabağında ve sigara tablasında ucu yanmış kibrit çöpleri birikir, ateş ocaktan onunla alınır, taşınır lambaya. Tasarruf elzem, yamalı giyiyoruz o yıllarda.
Adı “kibritçi”ye çıkan pinti tiryakiler cebindekine kıyamaz, “Ateşin var mı bilader” der, ona buna askıntı olurlar.
Kanaatimce aşçılar kebabı bedava verse, kürdanı parayla satsalar daha fazla kazanırlar. Eskiden sıkıntı olmazdı, illaki bi’ kibritin olurdu yanında. Bir cepten çıkmasa öbüründen mutlaka.
Ev desen ona keza; pencere pervazlarında, çekmecelerde, helada, banyoda, odunlukta...
Kibrit kutularında düğme, iğne, ilaç, mangır da saklanır ama aradığında bulamazsın o başka.
İLK YERLİ MİLLÎ
Bizde ilk kibrithane “Osmanlı Kibritleri AŞ” tarafından açılır. Nerede? Küçükçekmece Menekşe civarında (1897).
1924 itibarı ile kibrit işini TEKEL ele alır. İnhisarlar Umum Müdürlüğü imtiyazı yerli müteşebbislerle paylaşmaz, gider Belçikalı SOGALFOR’a (Société Générale Allumettière et Forestière) devreder ne gereği varsa. Firma Ankara desteği ile ağacı bol, limanı müsait, nakliyesi kolay Sinop’a yerleşir (1926). Lakin havaliye hayrı olmaz, imalattan ziyade ithalattan medet umar. Eskiler ne demiş “yap-sat” meşakkat, “al-sat” tiko para.
Harp yıllarında kibrit el yakar, nitekim ilk narhı ona koyarlar.
1929’da iktisadi buhranla boğuşan hükûmet, on milyon dolar kredi karşılığında (bir yalı parası) her türlü çakmak, çakmak taşı ve kibrit imal, ithal, ihraç hakkını The American Turkish Investment Corporation’a bağışlar. Şirket, İstanbul-Büyükdere’de bulunan eski Nektar Bira Fabrikasında kibrit imaline başlar (1932). Ancak malları harcıâlemdir, çöpleri eksik çıkar, çak çak yanmaz. Buna rağmen karaborsa...
O yıllarda bir memleketin medeniyet seviyesi kişi başına düşen kibrit miktarı ile ölçülür. Bizde 410 civarıdır yılda, az tabii Avrupa’ya kıyasla.
TEŞEBBÜS-İ HUSUSİ
Demokrat Parti iktidarında özel sektör de girer topa. Vehbi Bey, İstinyeli Türkay ile piyasaya çıkar (1956). Pendik’te kurulan Safina Kibrit, Kayserili Şükrü Malaz tarafından satın alınır, “Malazlar” yazılır tabelaya.
Yine Koç tarafından Bursa-Orhangazi’de kurulan Kav Kibritleri badireler yaşar. Makineleşme sayesinde işçiye ihtiyaç kalmaz, 750 nefer fazladır, 200 kişi yeter artar. Sendika ayaklanır, duvarları boyar: “Faşizme karşı omuz omuza!”
Ecnebi Swidish Match dünya devidir, KAV’a önce ortak olur, sonra sahip çıkar tamamına.
İyi de o sene kavak fiyatları artar, kur da düşer mi inadına, ihracata çalışacak para basacaktırlar güya.
Yetmez gibi Almancılar milleti “kullan at” çakmaklarla tanıştırırlar.
Abi çakmak çöpe mi atılırmış? Büyük Postane önünde sibop taktır, kullanırsın yıllarca.
Tekel Kelkit, Türkiye’de en son kurulan ve ilk kapanan kibrit fabrikası olarak tanınır. Tesis Sümerbank’a ayakkabı üretmek için planlanmıştır; nereden icap ettiyse kibrite döner bir anda.
KİT işte, hesapsız kitapsız gider, atlar daldan dala.
Para hazineden, sırtında yumurta küfesi yok ya!
İNTEBİH! DİKKAT!
Kibrit “tehlikeli madde” sayılır, çocukların elinden alınır. Velet “Peki annecim” der, gider sobayı, mangalı kurcalar bu defa. Bazı kibrit kutuları ilan taşırlar. İyi de şeker abim, çakmak reklamı da alınmaz ki ama! Kendi bacağına mı sıkıyorsun yoksa? Yeri gelmişken söyleyelim, çakmağın keşfi kibritten sonra değil, öncedir aslında. Devlet kibritleri ise Hacivat basar, nasihat yazar. Alayı emir kipidir: Aşı ol! Yeşile basma! Organ bağışla! Bir o kadar da güzelleme yaparlar aile planlamasına! Bakkala gittin, 90 kuruş tuttu, sen bir lira uzattın. On kuruş yerine bir kutu kibrit atar torbana. İtiraz mafiş fayda, alınacak nasıl olsa.

