Seyyah Nasır-ı Hüsrev sefernamesinde “Diyarbakır Ulucami öyle muhkem ve mükemmeldir ki” der “daha düzgün olması muhaldir (mümkün değildir).”
iliyorsunuz en kıymetli mescid Kâbe-i Muazzama ve etrafındaki Mescid-i Haram.
Sonra elbette Mescid-i Nebi gelir.
Bilahare Efendimizin “Gidin namaz kılın, hiç olmazsa kandillerine yağ yollayın” buyurduğu ilk kıblemiz mazlum mabedimiz Mescid-i Aksa!
Dördüncü hakkında bir nakil yok ama Medine-i Münevvere’deki Kuba Mescidi, Mescid-i Cuma, Mescid-i Kıbleteyn, Hendek Harbi’nde kurulan küçük sahabe mescidleri ve mikat mahallindeki Zulhuleyfa Efendimizle (sallallahü aleyhi ve sellem) şereflenenler arasında.
Mekke-i Mükerreme’ye gelelim, Arafatta Mescid-i Nemira, Müzdelife’de Meş’ar-i Harâm, Mina’da Biat Mescidi, Hudeybiye ve Cin Mescidi mekân olmuş kıssalara.
Şam Ümeyye, Halep Zekeriyya aleyhisselam, Kahire Amr ibn-i Âs, Keyruvan Ukbe bin Nâfi, Bağdat Azamiye, Kâzımiyye, Abdülkadir Geylâni ve Ma’rûf-u Kerhi Mescidleri de feyzlidir mutlaka. Eğer bir Somaliliye sorarsanız Mogadişu Fahreddin Camii de onlar arasında.
İstanbul’da da cami çok ama Fatih, Ayasofya, Bayezid, Süleymaniye, Eyyûb Sultan ve Molla Zeyrek sanki daha başka. Niye? Çünkü medrese sahibidir, hocaları seçmedir, kütüphanesi zengindir, talebesi ziyadedir ve cemaatin ilmî seviyesi yüksektir.
Anadolu’da yapılan ilk mescidlerden biri Hatay Habib-i Neccar, diğeri Diyarıbekir Ulucami. Asırlardır ulemayı ağırlar, nice Allah dostu geçer kubbesinin altından.
HENÜZ HİCRİ 18
Bazı ezik Turist rehberleri ecnebilere şirin görünmek için şu iki cümleyi çok kullanırlar: “Efendim burası eskiden kiliseydi” biir. “Biz bunu Ermenilerden öğrendik” ikiii.
Ellerinde belge yok, senet yok Diyarbakır Ulucami’nin kiliseden çevrildiğini üfürüyorlar ulu orta. Dönemin Hristiyan kaynaklarında, Heraclius tarafından yaptırılan kilisesinin fethi müteakip de açık olduğu yazılı oysa.
Bir kere Diyarbakır Ulucami sıfırdan cami olarak inşa edilir. Emek, fikir, para külliyen Müslümanlarda.
Şehirde ilk ezan hicri 18 yılında (MS 639) okunur.
Şimdi hicri kaçtayız? 1447.
1.447 - 18 = 1.429 senedir camidir yani.
İstanbul’un en eski selatin camii Bayezid’dir, daha yeni girdi 520 yaşına.
BANİSİ MELİKŞAH
Efendim, Melikşah 1082’de Şam Emeviye Camii’nin çöken kubbe ve pâyelerini yeniden yaptırır, çıkan iş hoşuna gitmiş olacak ki Diyarbakır Ulucami’yi de ona benzetir. İnşaatın başına bizzat şehrin valisi Amidüddevle Ebu Mansur Muhammed’i koyar. Nitekim Creswel de Diyarbakır Ulucami’nin sivri kemerleri ve üç sahnı ile o dönem Bizans mimarisine uymadığını yazar. Her ne kadar Şam Ümeyye Camii’ne benzese de sanat tarihçileri onu “Selçuklu eseri” sayar.
Gezin göreceksiniz, üzerinde kitabe ve kelâmı kibar olmayan tek duvar yok. Evet harabelerden bulup kullandıkları Bizans sütunları var ama bunu gizli saklı değil göstere göstere yaparlar. Ecdat kendinden o kadar emindir ki sütun başlıklarını kazımaz, bozmaz, şehrin geçmişini yok saymaz. Bu incelik birlikte yaşamak için önemlidir, gelsin onlar da su içsin şadırvanda, saate baksın avlusunda.
Her ne kadar ilk taşı ve harcı Selçuklu Sultanı Melikşah koysa da Anadolu Selçuklu Sultanı Gıyaseddin Keyhüsrev, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan, İnaloğulları, Nisanoğulları, Eyyubiler ve Artukoğullarının da hayli emeği var. Tavandaki kalem işleri ise Osmanlıdan kalma.
MUHTEŞEM KÜLLİYE
Diyarbakır Ulucami dârülkurrâ (kıraat öğretir, hafız yetiştirir) ve dârülhadis ile de hizmete taliptir. İnaloğlu Ebu Mansur tarafından yaptırılan doğu maksuresi kütüphane, batı maksuresi medresedir.
Caminin güney cephesinde Hanefi âlimleri, kuzey vechesinde ise Şafii uleması ders verir.
Dört mezhebin de tefsir, hadis ve kelâm âlimleri aynı şeyi anlatır. Ancak ancak bazı fıkhi hükümlerde ictihad farkları vardır. Şöyle ki, bir gün Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) yüzü çizilir bir kan damlası belirir. Hazret-i Aişe validemiz parmağı ile siler, Server-i âlem “Abdestimiz bozuldu” buyururlar.
İmam-ı Şafii hazretleri “nikâh düşen bir kadın dokunduğu için” izahını yapar, İmam-ı Azam hazretleri ise “kan dağıldığı için.”
Bu ayrılık ümmete rahmet olur, sarp sahalarda yaşayan Şafiiler muhtemel çizik ve kanamalar için abdest yenilemek zorunda kalmazlar.
Yoksa dört mezhebin âlimleri de din, iman, melek, şeytan, hayır, hasenat, hesap, kitap, ecel, defin, kabir, sırat, cennet, cehennem ve şefaat hususunda aynı şeyleri aktarırlar.
İslamiyet Anadolu’ya bu havaliden yayılır. Diyarbakırlılar sabahe-i kiramdan asr-ı saadeti dinleme şerefine nail olurlar.
MAYASINDA İHLAS VAR
Ulucaminin taşları halisane konmuş olmalı, feyz taşar âdeta.
Yerli halka göre getir şu avluya bir münkiri oturt o bile haz alır, tövbekâr çıkar biiznillah.
Diyelim namaza durdun, önünde arkanda sağında solunda bir veliyullah vardır mutlaka. Ha bazıları makamını kendi de bilmez o başka.
Evliya Çelebi bir ziyaretinde Mesudiye ve Zinciriye Medreselerindeki ders halkalarına katılır, cemaatin ilmî seviyesine hayran kalır.
Diyarıbekirliler İran (Safevi) tesir sahasında bulunmalarına rağmen İstanbul’a sadık kalırlar, bu yüzden muhasaralar yaşar, acılar çeker, sıkıntılara katlanırlar.
Ulucami mimarları ünvan yazmayı tevazua mugayir sayar. O kadar kitabe, kelam-ı kibar var, tek hattat, nakkaş imza atmaz.
CAMİ-İ KEBİR
Malum, ulucamiler bulundukları beldenin ya da bânilerinin adıyla anılır, bazıları “mescid-i cuma” ve “câmi-i kebîr” diye tanınır.
Umumiyetle şehri fethe giden İslam ordusu bir ordugâh camii yapar; Basra, Kûfe Ulucamileriyle Kahire Fustat Amr bin Âs Camii öyledir mesela.
Emevîler devrinde inşa edilen Kudüs Mescid-i Aksâ, Şam Emeviyye, Kayrevan Sîdî Ukbe revaklı avlulu camilerdir. Endülüs Kurtuba Ulucami de ona keza.
Abbâsîler Bağdat Ulucami’yi de revaklı avlulu yapar. Mütevekkil-Alellah Sâmerrâ Ulucami’de de geleneğe uyar.
Kahire İbn-i Tolun (Tolunoğlu), el-Ezher ve Hâkim Camileri ile Murâbıtların Cezayir’de inşa ettiği el-Câmiu’l-kebîr, Tilimsân Ulucami, Muvahhidler devrinde Rabat’ta yaptırılan Hassân Camii ve Merînîlerin inşa etiği Mansûre Camii aynı yolda devam.
Mali Djenne Cenne Camii ve Mansa Musa’dan hatıra Timbuktu Ulucami münhasırdır nev’i şahsına...
ANADOLU'NUN TAPU SENETLERİ
Ulucami yapma hususunda ecdad gayretli ve arzuludur, ordularımız çil çil kubbeler serper ardına.
Gaznelilerin Leşker-i Bâzâr Ulucami, Büyük Selçukluların Isfahan, Zevvâre, Erdistan ve Gülpâyigân Cuma Camii, Hive ve Urgenç Ulucami gibi...
İlhanlılar da Kâşân ve Verâmin Cuma Camii ile halkaya katılırlar.
Timur ve Uluğ Bey mimaride çığır açar. Buhara Ulucami, Semerkant Bibi Hatun Külliyesi, Hoca Ahrar-ı Veli, Magog Attari...
Selçuklular ise seriye bağlar Ankara Ahi Şerafeddin (Aslanhane) ve Alâaddin Camii, Siirt, Sinop, Afyon, Sivrihisar Ulucami, Alanya Alâiye, Antalya Yivli Minare, Konya, Eskişehir ve Sinop Alâaddin Camileri gibi...
Artuklular Mardin’e, Dânişmendliler Kayseri ve Niksar’a, Saltuklular Erzurum’a, Mengücüklüler Divriği’ye, Aydınoğulları Ayasuluğ (Selçuk) ve Birgi’ye, Dulkadiroğulları Maraş’a, Candaroğulları Kastomonu’ya, Eretna Beyliği Sivas’a, Eşrefoğulları Beyşehir’e, Germiyanlar Kütahya’ya, Hamidoğulları Eğridir’e, Menteşoğulları Muğla’ya, Ramazanoğulları Adana’ya, Karamanoğulları Aksaray’a, Saruhanoğulları Manisa ve Akhisar’a, Osmanlı Bursa’ya Ulucami yapar... Şüphesiz atladıklarımız da var, Anadolu’nun tapu senetleridir bunlar.
KİMLER GEÇTİ?
Diyarbakır Ulucami’den söz açmışken en az onun kadar feyzli Nebî, Safâ, Şeyh Mutahhar, Dört Ayaklı Minare, İskender Paşa, Behram Paşa ve Melek Ahmed Paşa Camilerini de hatırlatmalı mutlaka. Mesûdiye, Ali Paşa, Hüsreviye, Zinciriye ve Muslihuddîn-i Lârî Medreseleri ise devrinin meşalesidir âdeta.
Diyarbakır’dan hayli sufi geçer. Şeyh İbrahim-i Gülşenî, Aziz Mahmud Urmevî gibi.
Gubarî yazının piri Seyyid Kasım Gubarî, Agâh-ı Semerkandi-i Âmidî ve can çekişen yazı sanatını tekrar gençlere öğreten Hattat Hamid Diyarbakır’da yetişir.
Ali Emîri Efendi’nin tespitlerine göre şehirde 240 şair eser verir, Divan şairlerimizin beşte biri Diyarıbekirlidir.
Halife, Şerifî, Gülşenî, Mucîb, Mürşidî, Lebîb Abdülgafûr, Sa’îd Paşa, Resmî, Refî’, Ahî, Fâmî, Kâmî, Hâmî... Şaireleri de unutmayalım İffet ve Sırrî Hanım gibi.
Muhtaç isen füyuzuna eslâf pendinin
Diz çök önünde şimdi Emîrî Efendi’nin
Âmid, o şehr-i nur, öğünsün ile’l-ebed
Fazl ü faziletiyle bu necl-i bülendinin.
Âlimi âlim bilir demişler, şairi şair. Eğer bu dörtlüğü Yahya Kemal yazdıysa o şehir boş değildir.

