Hoca'nın anlattıklarını dinleyen Müftü Bey çok mahzunlaşmıştı!

A -
A +

Müftülük'ten çıkan adam, kendine doğru geliyordu. Yaklaştıkça aksakalı, kuru bronz yüzünün etrafında gümüş bir hâle gibi parlıyordu. Giyim kuşamı oldukça temiz ve bir o kadar da ahenk içindeydi. Yanına yaklaşınca önce talebelere döndü. “Lütfen sessiz olun!” dedi. Çocuklar, sağa sola kaçışırlarken, müftü olduğunu tahmin ettiği adam da Lütfü Hocanın ellerinden tutuverdi.

 

Uzun yoldan gelecek mühim misafirini bekliyor ve tanıyor gibi hâli vardı.

 

- Hocam, sen hoş gelmişsin.

 

- Hoş bulduk Müftü Bey. Talebeleri görünce kendi hayatımı hatırladım, elimde olmadan hislendim!

 

- Hep öyle olur. Biz de çocukluğumuzu görüyoruz onların bitmez nedir bilmeyen enerjilerinde.

 

- Meğer o günler çok güzelmiş!

 

- Öyledir.

 

- Müftü Bey, ayaküstü olur mu bilmem ama ben de size geliyordum! Bir maruzatım var da...

 

- Estağfirullah, buyur.

 

- Çatalca’ya bağlı Yassıören köyü imam-hatipliğinden yeni emekli oldum. Alışkanlık mı, aşk mı tam bir şey diyemiyorum. Beş vakit en yakınımdaki camiye gidiyorum, erkenden temizliğini yapıyor, cemaatin gelmesini bekliyorum. Bazı vazifeliler hoş karşılıyor, bazıları ise işlerine müdahale şeklinde anlıyor. İki gün önceydi kerimem davet etmişti Güngören’e gitmiştim…

 

- !!!

 

Lütfü Hoca, başından geçen hadiseyi bütün çıplaklığıyla anlatınca Müftü Bey de çok mahzunlaşmıştı. Hemen alt kattaki odayı gösterdi.

 

- Hocam, “KÂTİP” yazılı şu odaya git, selâmımı söyle. Ali Keleş Bey iki nüsha “Fahri Vaiz” yazısı hazırlasın, al odama gel, hem bir kahvemi iç hem de imzalayalım.

 

- Peki Müftü Efendi.

 

Dediği gibi yaptı. Odaya inip “Ali Keleş Bey kim?” diye sual edince, orta boy, sarışın, oldukça ciddi, vakur biri çalıştığı masadan başını kaldırdı:

 

- Ali Keleş benim! Buyurun!

 

- Ali Bey, Müftü Bey gönderdi. “Fahri Vaiz” evrakı hazırlayacakmışsınız.

 

- Sizin için mi?

 

- Evet.

 

- Kimliğinizi verir misiniz?

 

- Buyurun.

 

- Aaa! “Karadayı!” Bu soyadı tanıyorum!

 

- Karadayılar meşhurdur Ali Bey!

 

- Hele şöyle buyurun Hocam! 1981’de Burdur’da askerdim. Evimi götürmüştüm. Erzurumlu bir komşum vardı. Ragıp Karadayı. Onu hatırlattın bana.

 

- Nasıl biriydi?

 

- Burdur Cumhuriyet Lisesinde Müdür Yardımcısıydı. Sizin gibi uzun boylu, kibar, çalışkan, hoş biriydi. Ailece tanıştık, ahbap olduk. Burdur’da iki Erzurumlu, kardeşten de yakın oluyor birbirine.

 

- Öyledir gurbette hemşehrilik! Demek muhabbetiniz iyiydi. O bahsettiğiniz kişi benim oğlum.

 

- Hay Allah iyiliğini versin Hocam! Gel hele şöyle! Ver elini öpeyim. Onun babası, benim de babacığım demektir. Hem de âlim biri olursa aliyyülâlâ… Bu el öpülmez mi?

 

- Estağfirullah Ali Bey!

 

- Elini öpmeden bana burada bir evrak hazırlatamazsın muhterem Hocam!

 

- Eline düştük, ne diyeyim? Önce sana biz hocaların nüktedanı Nasreddin Hoca efendiden bir nükte anlatayım sonra dediklerini yaparız.

 

- Peki Hocam! DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.