Kendime en çok sorduğum: “Hayat dediğin de ne?”

A -
A +
ANNE OLMAK MI?..
 
Kimi zaman hayatın sillesini yemiş dağ gibi baba bir adam, kimi zaman bütün zorluklara göğüs geren fedakâr bir kadın, kimi zaman zayıf omuzlarına dağlar yüklenen minnacık bir çocuktan çıkar ibret alınacak kıssadan hisse hikâyeler… Bilmem benimki hangi kategoriye giriyor? Onu siz okuyucularıma bırakıp devam ediyorum.
 
Bu gece maziye daldık,
Dertlerin birini verip binini aldık!
Uyan gönlüm boş şeylere dalma,
Yazdıklarını bir bir silip tükürdüğünü yalama!
Bu da gelir bu da geçer…
Akıllı insan hep iyisin seçer!
İyilik eken, iyilik biçer.
Yaptıkların önüne konur teker teker!
 
Bizim umudumuz var umutsuz olma,
Selamı kesip yalnız da kalma!
Kendini hiç salma.
Nankör kapısını asla çalma!
Rabb’imin mağfiretinden de ümidsiz olma!
Ne doğrarsan çanağına…
O gelir kaşığına.
Ne güzel söylemiş ecdat,
Sora sora bulunur Bağdat.
Bütün kötüleri at,
Huzuruna huzur kat!
 
Kendi kendime en çok sorduğum sual: “Hayat dediğin de ne?” Herkesin kendine rahatlıkla sorabileceği klasik bir soru ile başladım bugünkü iç yolculuğuma. Cevabı, zamanın içinde mi saklıydı ya da zamanın ta kendisi miydi? Doğrusu, bunun karşılığı zihnimde tam ve net değildi. “Zaman veya vakit, ölçülmüş veya ölçülebilen bir dönem…” diye tarif edilse de çeşitli devirlerde, farklı düşünürler tarafından değişik mânâlar da yüklenebilmiş. Zaman; maddeyle başlayan mücerret yani soyut bir kavram olsa da aslında içindeki üç boyutlu insanın beşikten mezara hayat serüvenini taşıyor her şeyden önce.
 
İşte böyle acayip düşüncelerle iç âlem yolculuğumun görünmez duraklarında istirahat edip az da olsa dinleniyordum aklımca. Dinlenirken de beynim faaldi, neler neler aklıma gelmiyordu ki? Aslında, her şeyin zıddıyla bilinen bir kanunu vardı kâinatta. Mesela zulmet diğer bir ifadeyle karanlık olmazsa ışığın kıymeti bilinmez, soğuk olmazsa sıcaklığın, açlık olmazsa yemeğin lezzeti tadılmaz ve zevk vermezdi bizlere. O vakit hayatın yani canlılığın zıddı olan mematı yani ölümü anlamadan yaşamağı tam anlamak mümkün görünmüyordu bana göre. Bizden ne kadar uzaklaştırılırsa uzaklaştırılsın ÖLÜM, en büyük hakikat olarak bütün dehşetiyle önümüzdeydi.
 
Olimpik havuzun içerisinde bir balinayı görseniz ne düşünürsünüz? Eğer havuzu ve balinayı tanıyan birisiyseniz, hiç tereddüt etmeden “Bu devasa hayvanın minnacık havuzda işi ne?” der, oraya ait olmadığını söylerdiniz.
 
Yalnız başına düşününce olmadık şeyler insanın aklına gelebiliyordu. Yine bir gün gözlerim kapalı dalmıştım, her taraf kömür karası, göz gözü görmüyor, hani derler ya “zifiri karanlık” işte o cinsten. Karanlıklar umumiyetle soğuk, itici ve oldukça da korkunç gelseler de insana, aslında her biri bir doğuma hazırlık yeriydi.
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.