Mektubun son cümleleriyle donakalmıştı Naciye Hanım

A -
A +

Akşamüstü güneş batarken, kış olsa da İstanbul ne kadar da güzelleşirdi aman Allah’ım!

 
Hasan dedenin mektubu şöyle bitiyordu:
             ***
Milleti millet yapan birliktir, örneğimiz sizler ve sizin gibiler olacak inşallah.
İlle doğruluk, çalışkanlık, hak, hukuk diye çıktınız yola, biz de bundan sonra ille hak, hukuk diyeceğiz bu yolda.
Cümleten Allahü teâlâya emanet olun.
Kalbî muhabbetlerimle, hoşça ve dostça kalın…
Hasan Palandöken/Antikacı Dedeniz
             ***
Akşamüstü güneş batarken, kış olsa da İstanbul ne kadar da güzelleşirdi aman Allah’ım!
Kimine göre ocakta kızdırılmış bir nal, kimine göre altından bir tepsi veya kan kırmızı yuvarlak bir külçe, sıradağlar gibi ufku kaplayan betonarme binaların çatılarına doğru yavaş yavaş inip kaybolmaya başlamıştı Güneş. Kocaman, nur saçan bir billur parçasıydı sanki. Görülmemiş güzellikte, kırmızıdan sarıya, sarıdan turuncuya her renkten ışık yağmuru boşanıyor gibiydi şehrin üstüne üstüne... Bütün gün, derme çatma binaları, kalabalık caddeleri, tarihin derinliklerinden bugüne yükselen abideleri, sarayları, câmileri, devasa çınarlarıyla, mavi bir aydınlık içinde uyumaya hazırlanmış büyük şehrin şekilsiz gövdesi, birbirine tutunarak sarılıp uyumaya hazırlanıyordu. Biraz önce her biri bir yetimler evini hatırlatan o derme çatma binalar, som mermerden birer köşk veya saray şekline giriyor, o kalabalık caddeler, büyük bir bayram akşamının coşkusuyla ışıl ışıl renkleniyordu.
               ***
Hâlim böyle yoldaşım,
Kurtulmaz sanma başım,
Akıp giden gözyaşım,
Yüreğimi dağlar mı?
 
Hasretim nazlı yâre,
Bulunur derde çare,
İşten güçten avare,
Beni bende eğler mi?
 
Erdim bunca yaşıma,
Çocuklar bir başıma,
Dizilmişler karşıma,
Ölüler mi, sağlar mı?
 
Toprağında, taşında,
Kirpiğinde, kaşında,
Bulutlar, dağ başında,
Hazin hazin ağlar mı?
 
Kaybettim arkadaşı,
Hem bacı, hem kardaşı,
Ananın akan yaşı,
Nehir olup çağlar mı?
        
Elinde Hasan dededen gelen mektubun son cümleleriyle donakalmıştı Naciye Hanım. Biricik ciğerparelerine şefkatle baktı baktı... Aklından neler geçmiyordu ki… Hepsi boğazına düğümlenmiş yaş olarak gözlerine hücum etmişti âdeta. Ağlıyordu yine, lakin bu seferki farklı ağlamaktı, sevinçten olan cinstendi. “İnsan hiç sevinçten de ağlar mıymış” demeyin! Oluyormuş işte, bu o türden bir ağlamaktı. Göğüs kafesleri hızla inip kalkıyor, kendini tutamıyordu, elinde değildi.
Ciğerparelerine; sevginin en güzeliyle baktı tekrardan. Odanın loş aydınlığında her zamanki gibi kendi âlemlerindeydi onlar. O küçücük çocukları; en ihtişamlı abideler gibi gönlünde ve gözünde büyümüş, başlarında yanar-döner hâlelerle süslenmiş, bezenmiş vaziyette; kabına sığmıyor, taşıyor, şahlanıyor, göğe yükseliyor gibiydiler...
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.