''Sormayın komşular! Çok fena bir kaza atlattık!..''

A -
A +
 
 
Atın üzerindeyken çelik teli, epey zorlayarak yukarı kaldırdı. Başını iyice eğip ağır ağır altından geçti...
 
Lütfü Hoca:
-Onun için diyorum ki: ‘Ey Lütfü! Sen sakın kendini bir şey sanma, aciz bir varlıksın, icap ettiğinde kandırılıp hakkı elinden alınabilen, icap ettiğinde hepten yok olmakla karşı karşıya olan bir zavallısın! Bir varsın bir yoksun, hepsi bu!’
Elim ayağım tuttuğu müddetçe de bu hakikatleri bile bile ümidimi yitirmedim elhamdülillah. Rabbimin rızasından ayrılmamaya gayret ettim bütün kuvvetimle. Bir köşede ölmeyi bekleyen zavallı bir ruh ve aciz bir bedenden başka bir şey değilim çünkü…”
Yaşadıkları ibretlik, harikulade durumlardı. Hele atın o çelik teli hissedip durmasını anlatmaya kelime bulamıyordu. Bir duâ almıştı ama nerede, kimden, nasıl? Tam kestiremiyordu.
Duâ deyince Hocası aklına geldi: “Oğul, ummadığın yerden yardım alasın! Hiçbir sıkıntı görmeyesin! Görsen dahi üstesinden gelesin! Sana kurulan tuzakları, Rabbim kuranlara çektirsin!” diye pek çok duâlar ederdi.
Atın üzerindeyken çelik teli, epey zorlayarak yukarı kaldırdı. Başını iyice eğip ağır ağır altından geçti. Bu arada arkadan gelen köylüler de yetişti Lütfü Hocaya.
- Hocam, bağıra bağıra bir hâl olduk!
- Sormayın komşular! Fena bir kaza atlattık! Çok fena!
- Biz de bu durumu haber verecektik! Rüzgârdan mı ne, aha şurada bir telgraf direği yan yatmış, çelik teller kopmamış ama görüldüğü gibi aşağı inmiş. Altından geçenler dikkat etmezlerse Allah muhafaza takılabilir.
- Tıpkı benim gibi!
- Arkadan çok bağırdık. “Yavaş git, dikkat et! Telgraf teli düşmüş, takılırsın!” diye. Ama atın güzel maşallah, dehledikçe uçtunuz. Peşin sıra ne kadar koşturduksa da kavuşamadık. Bizimkiler sanki hiç arpa yememiş merkep. Korktuğumuz başımıza geldi! Az daha büyük bir facia yaşayacaktık! Nasıl oldu da atı durdurabildin?
- Haberim yoktu ve bir şey de görmedim. At kendiliğinden olduğu gibi çakılıp kaldı. Durduktan sonra boynumun hizasından geçen demir telleri gördüm. Verilmiş bir sadakamız varmış! Hâlâ elim ayağım titriyor!
- Ya Lütfü Hoca, senin üzerinde nazar mı var ne? Olmadık musibetler yaşıyorsun! Herkese okuyorsun şifa buluyorlar. Bir de kendine okusana!
- Okumaz olur muyum komşu? Neticeye baksana!
- Öyle ya tam tehlikenin kıyısından çark ediliyorsun her defasında! Ha bugünkü duruşmayı da takip ettik. Ödümüz koptu sana bir şey yapacaklar diye! Şükür, yine imdadına yetiştiler!
- Çok şükür Celâl Efendi! Bizde bir şey yok da Hocalarım sağlam!
- Sen de her ne oluyorsa “Hocalarım Hocalarım…” deyip duruyorsun! Mütevâzı olmak iyi de bu kadarı da fazla Hafız Efendi. Kusura bakma, Lütfü Hoca demeliydim, eski alışkanlığımız. Çocukluğundan beri hep “Hafız” diye çağırdığımızdan ağzımızdan öyle çıkıyor.
- Alışkanlık. Olsun Celal Efendi! Biz de aynısını yapıyoruz.
- Her neyse de bugün çok büyük iki kaza atlattın. Hemen köye gider gitmez sadaka ver! DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.