Ana şâiri

A -
A +

1990’lı yılların sonlarına geldiğimizde bile şimdilerde adına "cep telefonu" dediğimiz mobil telefonlar, gündelik hayatımızda pek yaygınlaşmamıştı. Değil kendisi, akıllı telefonun adı bile yoktu. Evlerde, dairelerde, ticârethânelerde bir masa veya sehpa üstünde kırmızı, açık yeşil, açık mavi… gibi renkleriyle sabit telefonlar, bir ev kedisi uysallığıyla sakin sessiz bekler ve arada bir miyavlamaz fakat z, ı, r, n harfleriyle ortalığı titreterek dikkat "arayan var" derlerdi…

 

Bir cuma sabahıydı; kuyruğunu kıvırmış başını patilerine dayamış sevimli bir kedi gibi çalışma masamda yarı uykulu-yarı uyanık bekleşen telefonumuz çaldı. Ben, bugün de masamda olan kırmızı renkteki telefonumuza ulaşana kadar zil sesi devam etti. Sabahın bu erken saatinde kim arıyordu ve niçin arıyordu? ‘‘Hayırdır inşallah!" dileğiyle ahizeyi kulağıma götürürken "buyurunuz efendim" demem üzerine tok bir ses, konuşmaya başladı:

 

-Beyefendi, adresinizi söyleyiniz, sizi mahkemeye vereceğim!

 

Tehdidin sahibini tanımıştım.

 

Oyununu bozdum:

 

-Hayrola Yavuz abi; suçum ne?

 

O sıralarda ikimiz de Türkiye gazetesinde sütun sahibiydik. Biz, haftada 6 gün, Yavuz Bülent Bâkiler, sadece cumartesi günleri yazıyordu. Bir defasında "haftada bir gün az, bunu çoğaltsak iyi olur" dediğimizde "silah zoruyla bile kabul etmem!" diyerek reddetmişti.

 

Telefon görüşmemizde "suçum ne?" diye sorunca şu cevabı verdi:

 

-Beyefendi, yarın yazacağım yazının mevzuunu tesbit etmiştim. Fakat şimdi gazeteyi açtım ki sen, onu bugün yazmışsın. Ben, şimdi ne yazacağım?

 

Gülüştük, cumalaştık…

 

Haksız mıydı?

 

Yazmanın ne demek olduğunu bilenler, "haksızmış" demezler.

 

Yavuz ağabeyle aramızda çok yaş farkı, fakat akraba duygu ve benzer dünya görüşü vardı. Şahsımıza imzaladığı kitaplardaki tarihler, kırk yıla yakın olduğuna göre dostluğumuz da böylesine uzun…

 

Şâir, yazar, hatip ve hukukçu Yavuz Bülent Bâkiler ağabeyin vedâ haberini teessürle aldım. Bir yıldız daha kaydı. Yıllar evvel kendisine "Ana Şâri" ünvanı vermekten kendimi alamamıştım. Bu ünvanı, senelerdir yazı ve konuşmalarımda kullanmaktayım. Çok sevdiği ve hakkında kitap te’lif ettiği Arif Nihat Asya’ya "Bayrak Şâiri" dendiği gibi Yavuz Bülent Bâkiler’e de "Ana Şâiri" denmesi yerindedir. Bizim O’na "Ana Şâiri" dememiz "Anamın Namazları" adlı şirinden dolayıdır. Ana sevgisi, nakış nakış bu kadar güzel ifade ve resmedilir. Okunduğunda veya 2071 TV’de bizim sesimizden dinlendiğinde haklı bulunacağıma inanıyorum.

 

Yavuz Bülent Bey, anacığı gibi ana dilimiz Türkçeye ve Kosova’dan aile aslı olan Karabağ’a oradan Şarki Türkistan’a kadar zenginleşerek uzayan Türkistan’a hasret, hicran ve hürmetle bağlıydı.

 

 

 

Ana şâiri

 

 

 

Türkçemizi örselemeden, kirletmeden, katletmeden güzel konuşup yazan iyi bir kalem ve hatipti…

 

Sıkça görüşmemize rağmen son zamanlarda görüşmemiz nadirattan oldu:

 

Cahit Zarifoğlu, arkadaşımdı. İstanbul Radyoevinde prodüktör olarak çalışıyordu. Gür siyah saçlı, sakin, güzel bir insandı. Harbiye tarafına işim düşünce ziyaretine gider, çayını içer, sohbet ederdik. Apansız şu malum dermansız derde yakalandı. Hastalık haberini alınca Küplüce’deki evine ziyarete gittim. Beni odaya aldıklarında âdeta yıkıldım. Aman Allah’ım! O erkek güzeli insan bir iğne bir iplik hâline gelmişti. Henüz 46’sındaydı. O günden sonra sevdiğim inanların son hazan mevsimlerini görmekte çok zorlanır oldum...

 

Yavuz ağabeyi işte bu hislerimden dolayı son zamanlarda ziyaret edemedim hatta arayamadım. O konuştuğunda kelimelerin çağlayanlar gibi döküldüğü, yürüdüğünde kendi kendisiyle yarışan duygu ve nükte dolu, dalkavukluklara başkaldıran insan, hayal ve hafızamda hep aynı kalsın istedim. Ama vesilesi düştükçe yazı ve sohbetlerimizde var olduğu gibi var olmaya da devam edecek.

 

 

 

Ana şâiri

 

 

 

Toprak tabakanın ötesine geçmek uçmağa varmaktır, yok olmak değil!..

 

Velud, verimli bir kalem ve kelâm ustasıydı. Konuşmaları ve muhtelif dallarda kaleme aldığı kitaplarıyla duru şiirleri, hükmümüzün delilidir… Netice itibariyle:

 

Yeri zor doldurulur değerlerimizden birini daha kaybetmiş olduk. İlâhî ferman baş tâcı. Lâkin şu da kaygı verici bir hakikat:

 

Bir değerini yitiren bir millet, onun yerine başka bir değeri, hatta daha fazlasını ikame edemiyorsa geriliyor demektir. Bu gerçeği, ilgililerin behemehâl görmeleri ve gereğini yapmaları, Yavuz Bülent Beyin vurgusuyla seslendirelim: "Yüz bin kere şarttır."
Kalkınma, maddî kalkınma ve mânevî kalkınma diye iki kanatla hayat bulur… İkisinin de ihmali mümkün değildir!

 

Muhsin Yazıcıoğlu gibi Sivas’ın bu yiğit evlâdı, kolay verilmeyecek bir kararla Sivas Kabristanında anacığıyla babacığının yanına defnedilmesini vasiyet etmiş. İnşallah, onlarla cennet bahçelerinde buluşmuştur, diye dua ederiz…

 

Biyografi denen hâl tercümesine, yazara, ismi aranan şahsa ve eserlerine… kısacası bilgiye ulaşmanın bu denli kolay olduğu bir zamanda herhâlde kimse bizden Yavuz Bülent Bâkiler’in nerede doğdu, nerede okudu, eserlerinin listesi gibi maddî malûmat beklemez…

 

Şu kadarını söyleyelim ki şâirimizin sağlığı elverseydi "Gazze Destanı" diye bir şiir yazardı.

 

Belki de yazmıştır.

 

Ölüm haberi, apansız çıkageldiği gibi o dört renkli destan da bir sabah apansız çıkıp gelebilir. Şâyet gelmezse şairlerimiz, Gazze Destanı diye bir şiir yazıp Yavuz Bülent Bakiler’e ithaf edebilirler.

 

Vefâ, İslâm ahlâkının taşıyıcı sütunlarından biridir.

 

 

 

Rahim Er'in önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.