Ben onu çok sevmiştim

Sesli Dinle
A -
A +

Annesi ortalığı yıkmıştı Nedim evlendiğini söylediğinde... Nedim, bildiği en güzel sözcüklerle henüz kendisinin de tam göremediği karısını anlatmaya çalıştı ama nafile...

 

Daha önce hep çay götürdüğü odaya bu kez çağrılmış olmaktan endişeli:

 

- Buyurun Müdür Bey, dedi.

 

- Seni evlendirelim mi Nedim?

 

Nedim, ciddi mi söylüyor diye dikkatle müdürün yüzüne baktı.

 

Müdür, tebessümle Nedim’i süzerken, kaş göz işaretiyle koltuğu gösterdi.

 

Koltukta oturan ve merakla kendisini inceleyen kişiye dönen Nedim, bugüne kadar gördüğü en güzel ve en uzun boylu kızla göz göze geldi. İnsanın içine işleyen o gözlere fazla bakamadı. Kalbi yerinden fırlayacak gibi oldu.

 

Ses çıkaramadı. Müdür ısrarlıydı:

 

- Evet? Ne diyorsun?

 

Dalga mı geçiyordu müdür? Ama cevap vermek gerekirdi:

 

- Siz bilirsiniz efendim.

 

- Peki, yarın ikametgâh kâğıdını, nüfus cüzdanını ve altı tane fotoğrafını getir!

 

Aaa, galiba ciddiydi!

 

- Peki efendim.

 

Müdür beyaz bir zarf uzattı:

 

- Bu para küçük bir düğün hediyesi… Maaşına da zam yapacağım.

 

Nedim, kafasında bin soru, kalbinde heyecan, elinde zarfla çıkarken, odadaki dört çift göz sırtını yakıyordu.

 

***

 

Bu inanılmaz rüya bozulmasın diye hiç kimseye söylememeye karar verdi Nedim.

 

Birlikte yaşadığı annesine bile...

 

Tabii ki gece uyuyamadı. “Birkaç saniyelik sevgilisine” şiir bile yazdı kafasında.

 

Sabah önce berbere gitti. Sonra muhtara ve fotoğrafçıya... Bayramlık elbisesini giymişti.

 

Evrakı müdür beye teslim etmeye gittiğinde, bir daha görmek için “servetini” verebileceği müstakbel karısı yoktu orada. Üzüldü ama terbiyesinden dolayı soramadı.

 

***

 

İki gün sonra müdürün tekrar çağırdığı haberi çay ocağına geldiğinde heyecandan demliği devirdi. Sağ işaret parmağı yandı ama dert etmedi.

 

Bereket bayramlık elbisesine bir şey olmamıştı.

 

Merdivenleri üçer beşer çıktı.

 

Müdür saman sarısı bir defter uzattı:

 

- İşte evlenme cüzdanın.

 

Sevinci, birçok soruyu unutturdu. Ne kendisi yokken nasıl evlilik akdi yapılabildiğini ne de “gelinin” nerede olduğunu sormak aklına bile gelmedi.

 

O güzelle evlenmişti ya…

 

Müdürün elini öpmeye yeltendi ama hızlı bir refleksle çekilen eli yakalayamadı.

 

***

 

Annesi ortalığı yıkmıştı Nedim evlendiğini söylediğinde...

 

Delikanlı, bildiği en güzel sözcüklerle henüz kendisinin de tam görmediği karısını anlatmaya çalıştı ama nafile...

 

Öfkesi azalmak yerine daha çok artan annesinin güzelden anlamadığına karar verdi.

 

Tek üzüntüsü, dünya güzeli karısını köyüne götüremeyecek olmasıydı.

 

Hayır, götüremezdi; böylesine bir güzeli köy yerinde dedikodu malzemesi yapmaktan çekiniyor, daha şimdiden herkesten kıskanıyordu.

 

***

 

Nedim, evliliğinin dördüncü gününde, “Ne olursa olsun karımı soracağım” kararlılığıyla ama titrek adımlarla merdivenleri çıkıp, müdürün kapısının önüne geldiğinde, kalbinin sesini duyacak gibiydi.

 

Cesaretini toplayıp ceketinin düğmesini ilikledi, kapıyı tıklayarak kafasını uzattı.

 

Kulüp müdürü odasında yoktu.

 

Koridorun karşı tarafındaki küçük odaya gidip sekretere sordu.

 

- Maça gitti, dedi sekreter.

 

Utana sıkıla, bütün güzelliğiyle beynine, kalbine ve hayaline kazıdığı eşinin evlenme cüzdanındaki fotoğrafını göstererek sordu sekretere:

 

- Tanıyor musunuz?

 

- Tanımaz mıyım, dedi sekreter.

 

- Şimdi nerede o?

 

- Nerede olacak, tabii ki maçta. Burhan Felek Spor Salonunda...

 

Otobüsü bekleyemedi Nedim. Taksiye bindi.

 

***

 

Salona girdiğinde gözleri hızla tribünleri taradı. Bir iki başka “çirkin” kadın vardı. Çoğunluk erkekti.

 

Birden müdürü seçti. İnsanları çiğneyerek yanına çıktı:

 

- Kusura bakmayın Müdür Bey... Şeyi aramıştım da...

 

Biraz alaylı bir şekilde gülümsedi müdür; kafasıyla işaret etti:

 

- Bak orada… On dört numara… Servis atıyor.

 

Salon başına yıkılmıştı Nedim’in.

 

“Karısı” bir sürü erkeğin içinde, bacakları meydanda voleybol oynuyordu.

 

Gözleri karardı, dizleri titredi.

 

Hırsızlık yaparken yakalanmış gibi, hak etmediği bir şeye uzanırken eline vurulmuş gibi derin bir mahcubiyet duydu.

 

Ayaklarını sürüyerek salondan çıktı ve oracığa çöküverdi.

 

***

 

Bir tarihte, bir bankanın voleybol şubesi, yabancı bir oyuncuyu vatandaş yaparak Türk statüsünde oynatabilmek için bu kez bir garibanı fena vurmuştu.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.