Hırsız

A -
A +

Genç hırsız, çamaşır makinesi tamir eder bir rahatlıkla “takım çantasını” yere koyup açtı. Işığını yakıp fener hâline getirdiği cep telefonunu çantaya tuttu, kılıflı bir hançer çıkardı, kot pantolonun arka tarafından yarıya kadar beline sıkıştırdı.

 

İstanbul’da, Fatih Kız Lisesinin arka sokağında, iki katlı eski bir evin kapısının önündeydi. Günlerce keşif yapmıştı; içeride yaşlı bir adam tek başına yaşıyordu.

 

Hırsızın elindeki telefonun ekranında saat 22.05’i gösteriyordu.
Çantasından çıkardığı bir aletle demir kapıyı kolayca açtı, içeri süzüldü.  

 

Çantasını karanlık kapı girişinde duvar dibine bıraktı. Hançeri kınından çıkarıp eline alarak, ışığı hole sızan soldaki odaya yöneldi. 
Odadan içeri girdiğinde yaşlı adamı yatakta buldu. Odada hafif bir ter kokusu hissetti. Adam hırsızın girişine göre sağda bir kanepedeydi, üzerinde battaniye vardı. Uyanıktı. Karşıda cam kenarında üçlü koltuk, solda tek koltuk, kapı girişinde solda küçük bir masa vardı.
- Kalk ayağa, diye bağırdı hırsız.
Adam korkudan çok, üzgün bir yüz ifadesiyle sağ elinden destek alarak kalkmaya yeltendi. Başaramadı. Yumuşak yastığa gömülen elini bu kez daha sert bir zemine, kanepenin kenarına koydu; zorlanarak oturur duruma geldi:
- Dizlerimde problem var, dedi. 
- Bana ne! 
Adam torunu ile sohbet eder gibi sakindi:
- Yarın iki dizimden ameliyat olacağım. Platin takacaklar.
Hırsız gözleriyle sağı solu tararken yaşlı adam devam etti:
- Birazdan kızım gelecek. Gece burada kalıp sabah beni ameliyata götürecek. Karşıdan geliyor ama gecikti.
- Kızın mı?
- Evet... Kocasını ve ikiz kızlarını bırakıp benim için Bostancı’dan geliyor. Ama gecikti. 
O sırada demir kapının kapanma sesi duyuldu. 
Hırsız hançeri belindeki siyah kınına sokarak kapüşonlu montunun eteğini biraz daha aşağı çekiştirdi, tekli koltuğa oturdu. 
Güler yüzlü bir kadın:
- Babacığım, diye neşeli bir sesle odaya girdi ama sol tarafta yabancı bir genç görünce sesinin rengi değişti. Ooo, misafirin varmış… Merhaba, dedi hırsıza.
- Merhaba…
Kadın kolundaki pazar çantasını masanın üzerine bırakıp, pardösüsünü çıkarmaya başlayarak odadan çıktı.
Hırsız yataktaki adama döndü:
- Senin ismin neydi amca?
- Ebubekir.
Kız birazdan tekrar odaya girdi. Desenli bir entari, önü açık vişneçürüğü bir hırka, yarı kapalı başörtüsüyle… Bostancı’dan değil de bostandan geliyor gibiydi.
Pencere kenarındaki üçlü koltuğun sağına, babasının yanına oturdu. Tekrar kafasını yastığa koymuş olan babasının yanağını öptü, saçlarını okşamaya başladı:
- Nasılsın babacığım, ağrın var mı?
Bir yandan da baba ile dostluk için epey yaş farkı olan misafirine, yani hırsıza bakıyordu.
Hırsız bunu fark etti:
- Ben, dedi, Ebubekir Amca’yı mahalleden tanıyorum.
Baba da doğruladı:
- Cami cemaatinden... Nişanca Camii’ne gelirdi. 
- Ben de karşıda bir İtalyan kumaş fabrikasında işçi olarak çalışıyorum, dedi kız. Memnun oldum.
Hırsız ayağa kalktı, odanın kapısına doğru ilerledi, üzerinde kadının naylon pazar çantası bulunan masanın yanında durdu.
Elini belinin arka tarafına doğru götürdü.
Baba ile kız, delikanlıyı izliyordu.
Elinde siyah bir cisim vardı.

 

Hırsız, kot pantolonun arka cebinden çıkardığı siyah cüzdanın içindeki para destesinden birkaçını çekti, kadının çantasının yanına bıraktı:
- Allah şifa versin Ebubekir Amca, dedi ve çıktı.
Kapının kapanma sesiyle birlikte baba ile kız birbirine baktı.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.