Hepimizi üzen acı: Deprem Deprem''den ortaya kalan tek kelimelik bir gerçek vardı. Ölüm... Evet, kırkbeş saniyelik o geçmek bilmeyen dehşet anında insanın aklına çakılan tek gerçekti ölüm... Ölümden başka hiçbir şey yoktu kırkbeş saniye boyunca... Sonrası yaşanan ve halen yüreklerimizi dağlayan inanılmaz acı gerçekler... Depremde yakınları ölenlere baş sağlığı ve yaralılarımıza acil şifalar diliyoruz... Neler hayal ediyordum Depremi yaşayan kime sorarsanız aynı cevabı alacaksınız... "Ölümden gayrısı yalan!" Dr. Oktar Babuna da, bu demeci vermişti inanır mısınız? Diyordu ki: "Ben gençliğimin baharında, bu derde yakalanmadan önce neler hayal ediyordum. Ne projelerim vardı ileriye dönük... Evet inanan bir insan olarak elbette ölümü biliyor ve inanıyordum. Ölümün bir gün bize de geleceğini biliyordum. Ve bir gün... Ve bir gün nasıl ki içinde bulunduğumuz koca koca binalar bir beşik gibi sallanıverdi. Nasıl ki hepimiz içinde yaşadığımız hayatın pamuk ipliği kadar olduğunu anlayıverdik. Dr. Oktar bey de, Türkiye''de bir çeşit virüs zannedilen ama kesin teşhis konulamayan bu amansız derdin Kanser olduğunu Amerikalı meslektaşından öğrendiğinde, bir deprem yaşıyor. "Ölümü kendinize yakıştıramazken, bu kadar yanıbaşınızda bulduğunuzda anlıyorsunuz ki, dünyada ölümden başkası yalan" diyor. İnanan bir insanım Ben ahirete inanan bir insanım. Her ne kadar ölümü yanıbaşımda hissetsem de, hiç moralimi bozmadım. Ölüm bizim içindi. Ama ölüm bir son değildi. Ölmek yok olmak demek değildi. Dolayısıyla önceden nasıl hayatıma devam ediyorsam, şimdi de hayatıma aynı şekilde devam ediyorum. Elbette maneviyatım daha bir kuvvetlendi. Elbette hayata daha bir anlamlı bakmaya başladım. Bu hasta halimde bile, benim gibi binlerce insanın ümit kapısı olacak Kemik İliği Bankasının kurulması için televizyon teylevizyon dolaştım. Bana ilik bulundu. Ama ben, "Nasıl olsa bana ilik bulundu. Bundan sonra ne haliniz vasa görün" demedim, diyemezdim. Biz bile inanamadık 1999 yılı Mart ayında başlayan "Ulusal Kemik İliği Bankası Kurulması Kampanyası", Türkiye''nin önemli sosyal hareketlerinden biri olarak tarihe geçti. Biz de bilmiyorduk kampanyanın böyle gelişeceğine? Bu kampanyaya gönülden katılan onbirlerce vatandaşımız, kan örneği vererek ya da maddi yardımda bulunarak, bana ve diğer binlerce lösemi hastasının kurtuluşu için katkıda bulundu. İnanılmaz bir hızda büyüdü, dalga dalga yayıldı... Dünya televizyonlarına konu olduk. Tüm dünyadan destek geldi. Bütün dünyadaki Türklerin el ele verdiği büyük bir sivil hareket oluşmuştu... Bu hareket bize müthiş bir moral olmuştu... Birdenbire ne oldu da durdu? Ancak son dönemde bu kampanya hakkında bir takım kuşkular ve iddialar ortaya çıktı. Tahmin ediyorum ki, bu kampanyanın yüce Türk devletine ve milletine bir hizmet olduğunu fark edemeyen bazı kimseler, yapay şaibeler ortaya atarak kampanyayı ve onu yürütenleri suçlamak istediler. Yine zannediyorum ki, Sağlık Bakanlığımız bu konuda yanlış bilgilendirildi. Onlar da ister istemez bu şaibe üzerine kampanyayı durdurmak zorunda kaldılar. Ben bu bakımdan Sağlık Bakanlığının aldığı karara da saygı duyuyorum. Çünkü milletine inandığı gibi devletine de saygı duyan bir insanım ben. Çok üzüldüm Bu kampanyayı yürütenler ilk günden itibaren hep devlete hizmetin en kutsal görevlerden biri olduğu bilinci ve devletimizin söylediği herşeyin emir olduğu anlayışıya hareket etmiştir. Bugün de, devletimizin talimatıyla bu kampanyaya ara verilmiştir ve devletimiz müsaade ettiği takdirde, yine aynı şevk ve heyecanla kaldığı yerden bu çalışmaya devam edilecektir. En üzüldüğüm şey, bu kampanyanın durdurulmasından çok, halkın şuur altına, böylesi kampanyalara karşı bir tereddüt oluşturulmuş olmasıdır. Ama vicdanen rahatım. Bu kampanya için ortaya atılan şaibelere boynumu eğmedim. Çünkü benim milletime karşı minnet borcum var. Hizmet borcum var. O bakımdan komuoyunu bilgilendirmek açısından bu hasta halimde yine çalışarak, bir "Oktar Babuna Kampanyasında Belgeler" isimli bir kitapçık hazırladım. Bunu kamuoyuna sunuyorum. "Sen kansersin!" Türkiye''de iken, bezelerim şişmişti. Bana virüs hastalığı denildi. Kanser kimsenin aklına gelmiyordu. Dokuz ay öyle dolaştım. Hep kötüleştim. En sonunda bezelerim büyüdü ve dokuz ayın sonunda iyice kötüleştim. Buradaki doktorlar Amerika''ya gitmemi söylediler. Bir arkadaşımla beraber New York Üniversitesine gittik. Muayene ettiler ve hikayeyi dinlediler. Pat diye söylediler. Amerikalıların pat diye söyleme adeti vardır. "Bu enfeksiyon falan değil, bu kanser" Beni hemen biopsiye gönderdi doktor. Ama en ufak bir kırıklık, moral bozukluğu falan yaşamadım. Çünkü ben de bir doktordum. Hastanede çalışırken hep şahit oluyordum insanların anlık ölümlerine. Benim eniştemin vefatı vardı mesela. On dakika önce eşiyle telefonda konuşuyor. On dakika sonra ablam aradığında telefonu cevap vermiyor. Meğer bu arada ölmüş. Kim nasıl inanır böyle bir olaya. Ama ölüm bu kadar insana yakındır. Herkes, ağzıyla ölümü söyler ama yürekten kimse kendine yakıştıramaz. Ama ölümün yeri zamanı yok. Bunun muhasebesini yapmak lazım. Tüm gerçek ölümdür. Ben buna en iyi örneğim. Birçok kariyer hesaplarım vardı ama herşey bir anda muamma oldu. Otuzbeş sene yaşadım işte. "Nasıl geçti bu yıllar anlatın" deseniz, anlatacak üç beş kelime bulamam. İşte hayat bu ölüm de bu...

