Bizi can evimizden vurmuştu 17 Ağustos''ta. Daha ayağa kalkmaya fırsat kalmadan 12 Kasım''da bir daha vurdu. Adı depremdi bu yenilmez pehlivanın. Meydana çıktığı zaman hiç şakası olmuyor, önüne kim gelirse gelsin hak ile yeksan ediveriyordu. Kaşla göz arasında yapacağını yapıp bir hayalet gibi sessiz karanlıklarda kaybolduğunda ondan geriye gözyaşı, feryat ve figan kalıyordu... Bir de unutulmaz hatıralar. Gönül isterdi ki, herbirinizin acısını tek tek canu gönülden paylaşalım. Ama çok iyi biliyorum ki ateş düştüğü yeri yakıyor. Acılar paylaşmakla azalmıyor. Fakat hatıralarını paylaşmaya hazırız her zaman... İşte Kocaeli''den Bekir Kale''nin enteresan hatırası... "Doğduğum köyün Öksüz Mehmed''iydi. Öyle derlerdi. Gençlik yıllarında pehlivanlığıyla nam salmıştı. Her yiğidin kârı değildi onun karşısına çıkmak. Otuz yaşına kadar çıkmadığı meydan kalmamıştı. Hiç de yenilmedi. Artık ondan "Mehmed Pehlivan" diye söz etmeye başlamışlardı. Askere gidip de vatani görevini çavuş olarak yapıp geldikten sonra köylüler "Mehmet Çavuş" diye çağırır olmuştu... Avrupa''ya işçi göçü başlamıştı o yıllar... Mehmet Çavuş da bu kervanın arasında Almanya''ya ilk gidenlerdendi... Köylünün ardından el salladığı Mehmet Çavuş Alamanya''yı kurtuluş olarak yorumluyordu giderken... Aradan su gibi akıp geçti seneler. Artık Alamanyalı idi Mehmet Çavuş. İzne döndüğünde bize Alamanya''yı anlatırdı. -İlk yılları memleket hasretiyle yanıp tutuştum. Memleketinin dağlarını, derelerini her şeyden daha önemlisi fakir ama mutlu olduğum köy ortamını özledim. Bu hasretliğe sabretmenin zorluğunu öğrendim... Ben onun en çok, senelik izne geldiğinde altmış haneli köyümüzün hepsine bir çift çorap dahi olsa hediye getirdiğini zamanları hatırlıyorum. Böyle bir hatır gönül adamıydı. Bana gençlik yıllarını anlatırdı bir masal gibi... Meydanlarda yaptığı güreşleri... Hangi pehlivanı hangi güreşte nasıl yendiğini anlatırken güreş meydanından değil de sevgiliden bahseder gibi gözleri dolar gelir, sözünü her daim, "Rabbim pehlivanı meydansız bırakmasın, çok zor" diye duâ ile tamamlardı. Köyümüze jeneratör getirdinde, ben ilkokul son sınıftaydım. Yılda otuz gün dahi olsa yakıtını karşılar ve evine yakın olan evlere elektrik verirdi. Onun o jeneratörü çalıştırma gayreti beni hayranlığa itmişti. Hele muhtar olan dayıma demişti ki bir gün: -Muhtar, sadece otuz öğrencimiz var. Bunlar akşamları fitilli lamba ışığında değil de köy odasında jeneratörden elde edilen elektrikle ders yapsın akşamları. Eğitim görmemiş bir insanın eğitime verdiği önem takdire şayandı. Önce öksüz Mehmet, sonra pehlivan Mehmet, asker sonrası çavuş Mehmet ve şimdi de Mehmet Ağa olmuştu. Çünkü o köylüye göre zengindi. Gönül zenginliğinin yanında maddi zenginliği de vardı. Ortaokul ve lise yıllarım boyunca onu görmek nasip olmadı. Onunla 1992 yılında karşılaştığımda saçlarına ak düşmüş, biraz kilo almış ama dimdik ve güreş meydanı hiç değişmemişti. Emekli olup yurda döndüğü 1994 yılında ben üniversite son sınıf öğrencisiydim. Siyasal Bilgiler Fakültesinde okumam onu o kadar mutlu etmişti ki beni gözlerimden defalarca öptü. Kader bizi İzmit''te bir araya getirdi. Ben görevim dolayısıyla bu şehre gelmiştim. O da emekli olduktan sonra İzmit''te bir daire almıştı. Her Pazar ziyaret eder, duâsını alırdım. 18 Temmuz 1999''da ziyaret ettiğimde laf lafı açtı. Dedi ki bana: -Oğlum Allaha çok şükür ikibin marktan fazla maaş alıyoruz. -Ne iyi Mehmet Amca. -İyi olmasına iyi de oğlum. Bir karı bir kocayız. Bu para iki kişiye çok be oğlum. Ne kadar kanaatkar adamdı böyle. Eğer onu tanımasam bu sözlerinin riya olduğuna hükmedecektim. Ama o her zamanki gibi samimiydi. Sonra birden ellerimi tutup iç çekti: -Bekir evladım. Sana ne diyeceğim biliyor musun? -Seni dinliyorum Mehmet amca. -Köyde babamlar çok fakirmiş. Yağmurlu bir günde doğmuşum. O kadar yağmur yağmış ki taş ve çamurdan yapılan tek odalı evimiz yıkılmış ve annem doğduğum gün vefat etmiş. Önce öksüz kalmışım sonra güreş meydanından uzaklaşarak yetim kaldım. Bunların hirbiri beni bu beton yığınları kadar korkutmamıştı. Ne demek istediğini anlamamıştım bile... Beton yığınları derken, içinde yaşamakta olduğu binayı gösteriyordu ama bunun anlamı neydi? Evet o sözlerin bize göre anlamı olamazdı. Çünkü daha 17 Ağustos''a bir ay vardı... Devamı yarın

