Türkiye Gazetesi E-Gazete
Arama
Kaydet
a- | +A
Hepimiz yaşadık depremi... Ama bir de depremzede olmak var... Depremzede yakınımın yaşadıklarını anlatmaya kaldığımız yerden devam ediyoruz... "Adapazarı''na yaklaştığımda yüreğim ağzıma geldi... Havanın ağarmış olmasıyla birlikte, yol boyunca yerle bir olmuş apartmanları gördükçe içimdeki umut ışığı kandil gibi titremeye başladı... Gidiyorum... Yollar... Ah normal zamanda yağ gibi akıp giden yollar... Onlar da alacağını almış "yer altı canavarı"ndan... Ve bir noktaya geliyor, yollar da geçit vermiyor... Ama gitmem lazım... Bir yolunu bulup gitmem lazım... Neticede, birbuçuk saatlik mesafeye sekiz saatte de olsa ulaşmayı başarıyorum... Ulaşacağım yere saniye saniye yaklaştıkça, yüreğimdeki korku ve heyecan da katmer katmer artıyor... "Gölcük... Sanki bir mahşer yeri Allahım... Binalar kibrit kutusu gibi dağılmışlar... Her binanın etrafından birkaç şaşkın insan... Herkesin dilinde aynı feryat... Yardım edin ne olur?. Ortalık can pazarı, birinin sesini diğeri duymuyor... Daha doğrusu, bir enkazın başındaki "Yardım edin ne olur!" diye feryat ederken, az ötedeki insanın bu feryada verdiği cevap da aynı... Düşünün yardım isteyen insan... Kime yardım edebilirim ki?.." Kaybolmuş yollardan, hercümerç olmuş caddelerden, yıkık binaların, gözü yaşlı insanların arasından geçiyorum... Tek hedefe kilitlenmişim şuursuzca... Acaba bizim bina ne alemde?.. Oh Allahım, nihayet bizim binanın bulunduğu caddeye giriyorum... Yol boyu bütün binalar ayakta... Ha gayret, bizim eve az kaldı... Haydi... Allahım ne olur acıyı gösterme bana... Eyvah, işte ilk yıkıkla karşılaştım... Caddedeki ilk yıkık... Devam ediyorum... Elli yüz metre sonra bir bina daha yerle bir... Başımdan aşağı kaynar sular dökülüyor... Gözlerimin önü kararıyor birden... Arabadan inerken, hayal mi yoksa kâbus mu gördüğümü bilemiyorum... O an yanılmayı, şaşırmış olmayı ne kadar çok istiyorum... Ama hayır!.. Acı gerçek bütün enkazıyla gözlerimin önüne yığılmış kalmış işte... O caddede yıkılan ikinci bina bizim... İşte korkulu ve endişeli yolculuk bitti... Ben de az önce aralarından geçtiğim çaresiz insanlardan biri oluveriyorum... Ellerimi kaldırıp haykırıyorum: -Yardım edin ne olur!.. Nasıl ki onbinlerin feryadı cevapsız kalıyorsa, benim feryadım da cevapsız... Elim ayağım birbirine dolaşıyor... Geçmek bilmeyen saniyeler sonunda, kendimi toparlıyorum... Tükenen ümidimden sonra yeni bir ümide sarılıyorum: -Allahım, inşallah göçük altında sağlardır... İşte kendi kendime söylediğim bu telkinden sonra, dizlerime yeniden derman geliyor... Enkazı karşısında diz çöktüğüm, o depreme diz çöken binanın önünden hızla kalkıyorum... Ondan sonra koşuşturma başlıyor... O zaman anlıyorum imkanların yetersizliğini... O zaman anlıyorum kurtarma çalışmasındaki organizasyon bozukluğunu... Bir yakınım geliyor aklıma... Onun bir arkadaşının inşaatçı olduğunu hatırlıyorum... Belki iş makinesine ulaşabilirim diyorum... Ellerim telefona sarılırken, yüreğim cızz ediyor... Tabii ya... Afet olduğu zaman hep birden oluyor... Haydi elektrikler yanmıyor, bari su olsa... Yok... Haydi onlar yok, bari ulaşım olsa, yok. Telefon olsa, yok. Bütün yokları alt alta yazıp topluyorsun... Sonuç çaresizlik çıkıyor... Koşmaya başlıyorum... Dizlerimde ne kadar derman varsa o kadar koşuyorum... Allahım şana binlerce şükürler olsun ki, arkadaşımın evi bizim eve yakın... Binlerce şükürler olsun ki onun evi yıkılmamış. Demek ki hayatta. Binlerce şükürler olsun ki, kapı önünde bir yere ayrılmadan yakalıyorum... Göz göze geliyoruz... Artık sağanak yağmur gibi akmaya başlıyor gözyaşlarım... O an için bir tanıdık bulmak ne önemliymiş meğer... Yardım ümidinin ucundan yakalamak ne önemliymiş... Gözler herşeyi anlatıyor... Durumu anlatmaya ne hacet... -Bizim çocuklar enkaz altında... Bu söz yetiyor ona... "İnşallah inşaatçı arkadaşı buluruz" diyor. Birlikte o yöne koşuyoruz... İş makinesinin bulunduğu yer, beşyüz metre kadar yakında... Allahım inşallah yerinde duruyordur?.. Devamı yarın
ÖNE ÇIKANLAR