Bugünkü hatıramız, Elazığ Kovancılar''dan Bir firmanın beyaz eşya Bayii M. Emin Ölçücüoğlu''na ait. "Kapıdan içeri önce genç bir bayan süzüldü. Ardından uzun boylu, yakışıklı genç bir delikanlı. Müşteriyle ilgilenmek için yerimden kalkarken, gelenlerin ayrı ayrı müşteri olmadığını birbirleriyle konuşmalarından anladım. -Buyurun efendim, ne arzu etmiştiniz? -Biz çamaşır makinesi bakacaktık. -Tabii buyurun efendim. Yardımcı olayım size. -Yalnız taksitle mal veriyorsunuz değil mi? -Kimlik bilgilerinizle birlikte elbette. Bunun üzerine kadın kendini tanıttı: -Ben 30 km mesafedeki Arıcak ilçesinde hemşire olarak çalışıyorum. Nişanlım da devletten malülen emekli. Bunu söylerken, delikanlı kimliğini gösterdi. Böyle kimselere eşya vermeyip de kime verecektim? Üstelik nişanlı olduklarına göre galiba yakında evlilik vardı. Neyse, kendilerini tanıttıktan sonra, bir çamaşır makinesi beğendiler. Anrdından hemşire olanı, nişanlısına naz yapar gibi bir televizyon gösterdi: -Aaa şunu da alalım. -Olur, alalım... Televizyonu da istediler. Ama hemşire kızın isteğinin biteceği yok gibiydi. Ardından, küçük ev aletlerinden birer ikişer göstermeye başladı. Gözü mağazada etrafı kolaçan ediyor, gözüne hoş geleni istiyordu. Nişanlısı da ne kadar seviyorsa, bir dediğini iki etmeyen biriydi. Ben de ne isterlerse, fiyatını söylüyor, taksit imkanını anlatıyor, tezgaha indiriyordum. Ama, esnaflığın verdiği tecrübeyle bu alış verişten nem kapmıştım. Çünkü ne olursa olsun, böylesi yere gelirken müşteri ne alacağını bilerek gelir. Öyle pazarda sebze meyve alır gibi mal alınmaz bizden. Onlar mağazada mal beğenedursunlar, ben bir ara hemşirenin çalıştığı yeri aradım. Arıcak ilçesinde çalıştığını öğrenince biraz içim ferahladı. Çamaşır makinesi ve televizyondan başka birkaç da küçük ev eşyası almışlardı. Senetleri doldurduk. Ayrı ayrı ikisine de senetleri imzalatıp, mallarını teslim ettim. Vedalaşırken, malülen emekli olduğunu söyleyen genç, kendisini Elazığ Öğretmlenler evinde bulabileceğimi de ilave etmişti. Aradan zaman geçti... İlk senedin ödeme günü geldi... Ne arayan vardı ne soran... Şöyle birkaç gün daha bekledikten sonra, ister istemez Elazığ Öğretmenler evini aradım. Kendimi tanıtıp, müşterimin ismini verdikten sonra, görüşmek istediğimi söyledim. Karşımdaki şahsın verdiği cevap, başımdan aşağı kaynar su olup döküldü: -Beyefendi, sizi de mi dolandırdılar? -Anlamadım? -Sizi de mi dolandırdılar diyorum. Ben her ne kadar, " Yok canım, öyle birşey yok. Sadece kendileriyle görüşmek istiyorum" dedimse de, telefondaki şahıs kendinden emin devam etti konuşmasına: -Beyefendi, bu sizin gibi kaçıncı kişi... Bunlar Elazığ''da kaç esnafı dolandırmışlar... Hatta kaldıkları evin kaç aylık kirasını bile ödemeden çekip gitmişler. Korktuğum başıma gelmişti işte... Şimdi bu senetleri nasıl tahsil edecektim? Tek çare kalıyordu, icraya vermek... Durumu adliyeye intikal ettirmek için gittiğimde, Adliyedeki tanıdıklar durumu biraz araştırdıktan sonra dediler ki: -Hemşire çalışmıyor. Görevini bırakmış. Yeri de belli değil. Yapacağın masraflar da senden gider. Kararını ver. Öyle deyince o işlemlerden de vazgeçtim. Ne yapalım, biz de dolandırılmıştık... Üzerine bir bardak soğuk su içip işimin başına döndüm... Aradan bir sene geçmişti.. Haziran ayında Ankara''daydım... Kızılay''da ilerlerken, aksi istikamette gelmekte olan bir adam ilişti gözüme... "Ben bu adamı tanıyorum" dedim içimden... "Ama nereden?" Biraz düşündükten sonra çıkardım... Bu adam, o hemşire ile birlikte mal alan adama tıpa tıp benziyordu... Ani bir kararla ardından yürüyüp önüne geçtim. Bakalım şansıma kim çıkacaktı: -Bir dakika beyefendi!.. Ben sizi tanıyorum. Siz beni tanıdınız mı? Adam gayet sakin bir şekilde cevap verdi: -Yoo, hayır tanımıyorum... Siz kimsiniz? "Eyvah, şimdi kendimi nasıl tanıtıp, ne diyeceğim? Ya o adam değilse..." ¥ Devamı yarın

