Türkiye Gazetesi E-Gazete
Arama
Kaydet
a- | +A

Mûsâ aleyhisselâm, Arş-ı a’lâ altında bulunan bir kimse gördü ve bu nimete nasıl kavuştuğunu merak etti!

Şeyh Sinân Efendi Osmanlı âlimlerindendir. Şimdi Yunanistan’da bulunan Fere’de doğdu. Bursa’ya giderek Abdüllatîf Kudsî’nin talebesi olan Şeyh Tâceddîn’in talebesi oldu. Kısa zamanda yüksek derecelere kavuşarak icazet verildi ve talebe yetiştirmek üzere memleketinde gönderildi. 890 (m. 1485) senesinde Fere’de vefât etti. Bir sohbetinde şunları anlattı:

Haset; kıskanmak, çekememek, Allahü teâlânın ihsân ettiği nimetin ondan ayrılmasını istemektir. Faydalı olmayan, zararlı olan bir şeyin ondan ayrılmasını istemek haset olmaz, gayret olur. Haset, kötü huylardan, kalb hastalıklarındandır. İnsanda, kötülenmiş olan bazı hâllerin ortaya çıkmasına sebep olur ki, bazıları şöyledir:

Haset eden kimse, sebepsiz yere haset ettiği kimseye kızar. Kabahati olmadığı hâlde ona kin besler. Doğru olan ortada ve apaçık bir şekilde bulunsa bile, onu inkâr eder. Nasihatten kaçar. Her türlü çirkin yola başvurur. Kendisi muhtaç olsa bile, haset ettiği kimsenin yanındaki şeylerden faydalanmaktan uzak kalır. Hasetinden dolayı, haset ettiği kimsenin ilminden ve faziletlerinden istifâde edemez. Haset ettiği kimse, kendisinden; mal, mülk, makam, ilim vs. bakımlardan üstün bile olsa, ona tevâzu göstermez. Ona karşı dâima kibirlilik gösterir. Ona kötülükle muâmele eder. Ancak o nimetin, haset ettiği kimseden gitmesi ile râzı ve rahat olur. Bundan zevk alır. Ne kadar şaşılır ki, başkasında bulunan nimetin ondan gitmesini nimet bilmektedir...

Hasetci kimse, dâima gamlı ve kederlidir. Kimse tarafından sevilmez. Fazilet sahipleri hiç kimseyi haset etmezler. Sâdece başkalarında bulunan ilim, edeb, hayır ve tâatlar husûsunda gıbta ederler. Yânî o nimetin bulunduğu kimseden gitmesini istemezler. Bununla beraber, o nimetin, kendisinde de bulunmasını arzu eder, isterler. Gıbta, haset değildir. Gıbta eden kimse, haset gözüyle bakmaz. Kendisi için istediğini, diğer mümin kardeşi için de ister. Hasetci ise böyle değildir. O, kendisinde bulunan bir nimetin, başka birinde daha bulunmasına tahammül edemez.

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem); “Mümin gıpta eder. Münâfık ise haset eder” buyurdu.

Mûsâ aleyhisselâm, Arş-ı a’lâ altında bulunan bir kimse gördü. Bu kimsenin bu nimete nasıl kavuştuğunu merak edip, münâcaatında Allahü teâlâya suâl etti. Allahü teâlâ, o kimsenin, kavuştuğu nimetlerden dolayı hiç kimseyi haset etmediğini, ana-babasına karşı gelmediğini, nemime (söz taşımak) için yürümediğini, bu hasletleri sebebiyle bu dereceye yükseldiğini bildirdi.

Vehbi Tülek'in önceki yazıları...

ÖNE ÇIKANLAR