Bazen nezle ve grip gibi hastalıkları kanıksıyoruz. Oysa bu hastalıklar da vücudu oldukça yıpratabilir. Komşumuzun bir sözü hâlâ aklımdadır oğlu vefat ettiğinde şöyle ağlıyordu:
“Benim oğlum kanserden değil, gripten öldü.”
Ne kadar doğru bir söz… Doktorlar da ağır hastalara “sakın grip olma” diye tembihlemezler mi?
Ama ben bundan da tehlikeli bir hastalıktan bahsedeceğim: İsrafçı zihniyet!..
Bu zihniyeti körükleyen global firmalar âdeta kanser mikrobu gibi dünya insanını tüketici çılgını hâline getirmek için her türlü çığırtkanlığı deniyorlar. Oysa israfı önlemek bile dünyayı kurtarmaya yeterdi. Çünkü dünya, herkesin ihtiyacını karşılayacak kadar zengin; fakat insanların arzuları hiç bitmiyor. Arzu, aslında açgözlülüğün bir başka adıdır.
Açgözlülüğü anlamak, bazen kendimizi anlamaktan bile zordur. Günlük hayatta bunu şöyle gözlemleyebiliriz: Doyduğu hâlde sofradan kalkamayana açgözlü deriz değil mi?
İnsan, kendisinin fark edilmesini ister. Eğer iyi bir ünle olmazsa kötü bir şöhretle tanınmak ister. Reklamın iyisi kötüsü olmaz diye bir algı oluşturulmuştur. Bu gerçek anlamda açgözlülüktür. Kendi bireysel menfaati için insanlığın felaketini umursamamak hem açgözlülük hem zalimliktir. Bu doyumsuzluk bir tür benlik kaybıdır. Benliğini unutan insan, yaratılış gayesini de unutur.
Elbette ilgi görmek her insanın hakkıdır. Marifet iltifata tabidir derler ama aşırı ilgi insanı şımartabilir. Bir de çok söyleme arsız edersin ruh hâli vardır. Suçlunun polis nezaretinde giderken soru soran gazeteciye “çek yakışıklı olsun” demesinin bu nobranlığı neyle açıklanabilir?
Biz insanlar açgözlü olmadığımızda daha güzel bir dünyaya kavuşacağız. Daha az mülkiyet, daha çok keyif… Daha çok sevgi, daha çok huzur… İnsanlar ihtiyaçlarını karşılayacaklar ama arzularını değil.
Mustafa Ali Mahdum
ŞİİR
Delikanlıya
On sekiz yıl önce tam da bugünde
Güneş gibi doğdun sevgiye aç gönüllere
Gelişti bedenin, kalbin aşk-ı ilahiyle
Geldi bir nefer daha savaşçı yiğitlere
Nasıl dikti Ulubatlı o yüce sancağı,
Nasıl aldı Fatih Bizans’tan Ayasofya'yı,
Nasıl unutmadı hiçbir millet Osmanlı'yı,
Nasıl unutturulur dinine bağlılığı?
Bir gönül ışık çaktı kararan tüm kalplere
Başladı iman yangını yayıldı her yere
Bulunmaz nimet ki şerefli vârisleriyle
Bitmez bir yolun çileleri acı demlere
Ya dünyaya ya da sonsuz kurtuluşa niyet
Ya sevdaya talip ol ya da acı akıbet
Ya iyilerle dost ya kötülerle felaket
Yolun açık olsun Selman Allah'a emanet.
Madenci
KELAM-I KİBAR KİBAR-I KELAMEST
(Büyüklerin sözü, sözlerin büyüğüdür)
Din büyüklerimiz buyurdular ki: "Allah’ın dinine hizmet etmek, Allah’ın büyük bir lütfudur. Herkese nasip olmaz. Allahü teâlâ dilediğine nasip eder. Vermek istemeseydi, istek vermezdi. Öyle buyuruluyor Mektûbat’ta. Cenab-ı Hak bir kuluna bir şey vermek istiyorsa, evvela onun kalbine bir istek verir. Hâlbuki isteği veren de Allah’tır. O isteyince, bu sefer isteğini yerine getirince, işte öyle yaptım, böyle yaptım. Ne yaptın? Yaptırdılar, sen yapmadın. Ondan sonra sana al bol bol sevap. Neden? Allahü teâlâ öyle murat ettiği için. Allahü teâlâ bu hizmetleri dilediğine nasip eder. Ne büyük şeref.”

