Geçen sene bu zamanlar Üçüncü Dünya Savaşı’nı, İsrail’in adım adım üzerimize yaklaştığını, nihai hedefin Türkiye olduğunu konuşuyorduk.
Onlar da inkâr etmiyor, bizim topraklarımızı da içine alan haritalarla arzımevut hayallerini söylüyorlardı!
Terör devleti İsrail, ‘kayıp kardeşlerimiz’ yalanıyla Kürtleri yanına çekmeye çalışırken, PKK terör örgütünü Türkiye’ye karşı kullandıklarını da apaçık ortaya döküyordu.
Azgın terör destekçilerinin ise bu süreçte Kürt milliyetçiliği üzerinden yaptıkları İsrail propagandasına ve Türkiye düşmanlıklarına şahitlik ettik.
Ancak istedikleri neticeyi alamadılar…
Çünkü, başta Kuzey Irak yönetimi olmak üzere, Müslüman Kürtler tuzağı gördü ve kışkırtmalara mesafeli durdu.
Türkiye ise gerek Irak’ta, gerek Suriye’de ortaya koyduğu askerî güç ve stratejik akılla buna zaten meydan vermeyeceğini hem bölge ülkelerine, hem de tüm dünyaya gösterdi.
Lübnan’ın ardından Suriye’ye girerek sınırımıza dayanma hesapları yapan İsrail, Türk devlet aklının Şam rejimini deviren hamlesiyle hiç beklemediği bir bozguna uğradı.
Üstelik bunun hemen öncesinde, Pençe-Kilit Operasyonuyla Irak’ta kilit kapanmış, terör örgütü kıskaca alınarak, Kandil âdeta kıpırdayamaz hâle getirilmişti.
***
Türkiye düşmanlığında anlaştıkları Esad rejiminin devrilmesi, İsrail için en büyük şok oldu.
Onlarla birlikte, PKK’nın Suriye’deki en büyük destekçilerinden İran da gücünü kaybetti!
Planları altüst olan Gazze kasabı Netanyahu, Golan’dan Şam’a doğru işgali genişletmeye çalışıp, Dürzileri kışkırtarak Türkiye destekli yeni Şam yönetimini devirmeye çalışırken, İran ise son bir hamle yaparak, Avrupalı dostlarının desteğiyle eski rejim artıklarına darbe yaptırmayı denedi.
Ancak ne yaptılarsa olmadı.
Hesaplaşmayı Rum kesimine yaptığı yığınakla Kıbrıs’a taşımak isteyen İsrail ve Batılı destekçileri, orada da meydanın boş olmadığını er ya da geç anlayacaktır.
Bu sebeple öncelikle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde ekim ayında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin çok önemli olduğunu hatırlatmak isterim.
Türkiye’nin desteğinin ne denli mühim olduğunun en bariz örneği, az ötelerindeki Libya’dır…
Ve son örneğiyse Pakistan...
Türkiye’ye diş bileyen Siyonistler, -muhtemeldir ki İngiliz aklıyla- Pakistan-Hindistan arasındaki problemli bölge Keşmir’de savaş çıkardı.
Üç gün içinde neticenin ne olduğunu gördünüz.
Hindistan ordu sözcüsü, ateşkesten bir gün önce yaptığı açıklamada, üzerlerinde uçan Türk drone’larından bahsediyordu.
Bu, PKK terör örgütünün kendini feshettiğini ve silahları teslim edeceğini duyurmasından hemen önce, Türkiye’nin dostlarıyla birlikte sınandığı son güç mücadelesi oldu.
***
Bunları anlatmamın sebebi, tahmin ettiğiniz üzere, taşeron terör örgütü PKK’nın sahiplerine önce sahada verdiğimiz cevaptır.
Hep “Ağababalarınız gelsin” diyorduk ya… Belki doğrudan değil ama, geldiler ve cevaplarını aldılar.
Burada, başta İngiltere olmak üzere, Avrupa ülkelerinin yeni ABD yönetimi ile ters düşmesinin avantajından yararlandığımızı da göz ardı etmemek gerek…
Aynı şekilde İsrail’in de Trump yönetimi ile köprüleri attığı dikkatlerden kaçmamalı.
Bu vurguyu, hatırlarsanız yolsuzluktan yargılandıkları için İngiltere’ye sitem edenler için de yapmıştık.
Aynısı PKK terör örgütü için de geçerli.
Dünyada konjonktür değişikliği ve Türkiye’nin saha gücü ile önce destekleri kesildi, sonra PKK kendini feshetti.
Cumhurbaşkanımızın dünkü “Uçup kaçmadan, iyimser, ümitvar ama itidalli bir şekilde takip ediyoruz” açıklaması ise bu mücadelenin henüz nihayete ermediğini, sadece çözüm yoluna sokulduğunu gösterdi.
Terör örgütünün pazartesi günü yaptığı fesih açıklamasında da dikkat çeken noktalar vardı.
İmralı’nın kontrolünden geçirilerek yapılan duyuruda “Uluslararası güçleri engel olmamaya davet ediyoruz” diyen örgütün “3. Dünya Savaşı kapsamındaki gelişmeler, Türk Kürt ilişkilerini yeniden düzenlemeyi kaçınılmaz kılmaktadır” vurgusu, atılan adımın önemini ortaya koymakla beraber, sürecin üzerindeki tehditleri de göstermekteydi.
Nitekim aynı açıklamada, zehirlendiği Adli Tıp tarafından tespit edilen 8. Cumhurbaşkanımız merhum Turgut Özal’ın terör meselesini çözme isteği sebebiyle derin devlet tarafından öldürüldüğü belirtiliyordu -ki, bu zaten sır değil.
Eksik bıraktıkları, Özal’la birlikte aynı sene, yani 1993 yılında olan başka karanlık saldırılar…
Mesela;
* Kürt meselesi ile yakından ilgilenen Cumhuriyet gazetesi yazarı Uğur Mumcu’ya bombalı suikast,
* Yine Kürt meselesi ile alakalı rapor hazırlayan ANAP’ın gözde bakanlarından Adnan Kahveci’nin şüpheli bir kazada ölümü,
* Aynı meselenin çözümü ile uğraşan Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’in uçağının düşmesi sonucu şehit oluşu,
* HEP’in kurucularından Mehmet Sincar’ın öldürülmesi,
* Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ın, emekli binbaşı Cem Ersever’in suikast sonucu şehit edilmesi...
O sene terör maşasını kullananlar öyle azmıştı ki, 68 canı yitirdiğimiz Madımak ve Başbağlar katliamları, tezkere alan 33 askerimizin şehit edilmesi, Van’da yakılan otelde 11 vatandaşımızın katledilmesi, Şırnak Çelik Karakolu baskınında 16 erin şehit edilmesi, Siirt Şirvan’da çoğu çocuk ve kadın 23, Baykan’da 22, Erzurum Yavi’de köy baskınıyla 35 masumun katledilmesi, Tunceli Pertek’te 4 öğretmenin şehit edilmesi peş peşe gerçekleşti.
***
Görüyor musunuz sadece bir yılda olanları?
Türkiye, PKK’ya fesih açıklatacak noktaya kolay gelmedi, böyle kapkaranlık günlerden geçti.
Sürecin mimarları Cumhurbaşkanımız Erdoğan ve MHP lideri Bahçeli gibi, sürecin öteki tarafında rol alanlar da canlarını ortaya koymasa, bu açıklama yine olmazdı.
Dileriz silahları problemsiz teslim ederler ve Türkiye ile birlikte Irak ve Suriye’ye de bela olan 40 yıllık emperyalist oyun sona erer.
Yücel Koç'un önceki yazıları...