Suriye için kırılma noktası…

A -
A +
Suriye rejim güçlerinin Türkiye’ye karşı giriştiği cüretkâr saldırı tek kelime ile bir kırılma noktasıdır. Bu saldırı ile birlikte Suriye’de yeni bir safha başlamıştır. Bunun devamında Türk-Rus ilişkileri de etkilenecektir...
 
Önce şu hususu net olarak ifade edelim; 2011 Martı yani “Arap Baharı” diye tesmiye olunan şeamet devrinin, Suriye topraklarına sıçradığı günden bu yana, ilk defa rejim güçleri tarafından, doğrudan Türk askerine yönelik bu çapta bir saldırı gerçekleşiyor… Şehitlerimize Allahü tealadan rahmet, gazilerimize de acil şifalar diliyoruz. Milletçe başımız sağ olsun. Şehitlerimizin kanı yerde kalmadı, kalmayacak. Terörist Suriye rejiminin kan içici canavarlarına, derhal en sert şekilde ve katbekat fazlasıyla karşılık verildi. Ama iş bu kadarıyla kalmayacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın belirttiği üzere, “Nokta koymak yok. Operasyonlar devam ediyor…” Evet, operasyonlar devam edecek ve Suriye’de artık yepyeni bir sayfa açılmış bulunuyor. Çünkü terörist rejimin İdlib’de askerimize karşı giriştiği cüretkâr saldırı, tek kelime bir kırılma noktası mahiyetindedir. Bu saldırı çok daha yeni durumlara kapı aralamıştır. Süreç nerelere kadar tırmanır, bugünden kestirmek kolay değil. Ancak şurası kesindir ki, bundan böyle tahakkuk edecek gelişmeler sadece Suriye ile sınırlı kalmayacak, Türk-Rus ilişkilerine de önemli ölçüde etki edecektir… Her ne kadar şimdiye dek gördüğümüz hâliyle, Rusya tuhaf şekilde üç maymunları oynuyor ise de, mevcut atmosferin devamı artık mümkün değil. Rusya, objektif tavır sergilediğine dair inandırıcı olabilmek için, gerek Suriye’de gerek Libya’da tek taraflı hareket etmediğini, çatışma hâlindeki her iki cephe ile de diyalog içinde olduğunu sürekli tekrarlamakta. Lakin bu oyalama taktiği ile birlikte, esas hedefine kilitlenmiş biçimde yol alma stratejisini de tavizsiz sürdürmekte!
Bu ikiyüzlü tutum, Türkiye’nin sabrını fazlasıyla zorlamaya başladı… O yüzdendir ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan; 26 Ocak günü Cezayir’e giderken yaptığı açıklamada, Rusya’nın bu tutumunu hedef alarak, artık ne Astana ne de Soçi sürecinin kalmadığını dile getirdi. Bu çok sert çıkışa karşı, Rusya cenahından hayli yumuşak bir cevap geldi. Ve Rusya’nın bahse konu yükümlülüklerini yerine getirdiği ifade edildi. Ne garip tecellidir ki, bir hafta sonra, bu defa Erdoğan’ın Ukrayna seyahati, İdlib’deki kalleş saldırının gölgesinde başladı… MHP Lideri Bahçeli’nin dikkat çektiği üzere, mahut saldırının böyle bir zaman dilimine denk gelmesi acaba bir tesadüf müydü? Kırım’ın gayrimeşru biçimde Rusya tarafından ilhakı ve Kırım Tatarlarının haklarının çiğnenmesi konusunda, Türkiye’nin gayet samimi ve ilkeli biçimde gösterdiği gayret malum. Rusya’nın bu tavırdan hiç ama hiç hoşnut olmadığı da… Ama iki ülke arasında çok çeşitli ve her biri kendi alanında önemli ilişkiler söz konusu. Hâl böyle olunca, özellikle Rusya gibi bir büyük devletin; yalnızca Suriye veya Kırım meselesine kendisini hapsederek politika geliştirmesi, hiç de isabetli bir yaklaşım olmaz. Bundan dolayı Türk-Rus ilişkileri ister istemez daha kapsayıcı bir çerçevede şekillendirilmeye çalışılacaktır. Ancak Kremlin Yönetiminin şu ana kadar sergilediği tutum, Türkiye tarafından kabul edilecek bir kıvamda olmadı. Gelinen noktada Moskova’nın mutlaka bir değişikliğe gitmesi, aksi hâlde birçok konuda yeni pürüzlerin çıkması kaçınılmaz olacaktır. Bu saldırı, Rusya’nın onayı olmadan gerçekleşebilir mi?
Astana ve Soçi süreçleriyle ilgili pek çok ayrıntı var. Şimdilik onları bir kenara bırakıp, esasa gelelim. Rusya şimdiye kadar, genellikle şu iddiayı dillendirdi; Türkiye söz verdiği hâlde, İdlib’de barınan terörist unsurları silahtan arındırmadı… Ki, buna benzer iddialar, ülkemizde de bazı muhalif yazarlarca da seslendiriliyor. İdlib’de, terörist olarak kabul edilen kaç grup var, bunların ne kadarı silah bıraktı. Bu hususta kesin bilgi yok. Ayrıca o terörist grupları beslemeye devam eden ve silah bırakmasını önleyen; ABD-İsrail, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerin, gizli servisleri ne gibi dolaplar çeviriyor… Bu da dünya kamuoyu tarafından hiç bilinmiyor. Suriye sivil ve savunmasız insanların, özellikle çoluk çocuk, kadın ve yaşlıların, Rusya-Suriye ortak hava ve kara saldırılarında kitle hâlinde ölmesi, bu ülkelerin hiç ama hiç umurunda değil. Onların derdi ve hesabı başka!.. Burada yüreği yanan tek halk Türk halkı. Diğer Arapların da pek umurunda değil ne yazık ki… Hatta Suriye halkını katleden silahların parasını Körfez ülkeleri ödüyor… Böyle de bir ihanet çemberi söz konusu. Ve bütün bu kalleşliklerle Türkiye tek başına mücadele ediyor, edecek. Ne pahasına olursa olsun etmeli. Yoksa hiçbirimize rahat yok!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.