"Evet, önce Osmanlı bitmeli! Askerleri de çok yorgun!.."

A -
A +
"Güldürdün beni ekselans! En şahane yılbaşı hediyesi, şöyle kızartılmış Osmanlı kellesi!"
 
Nene, nereden nereye gelmişti? Şimdi; birkaç ihtiyar ve kundaktaki sabisiyle kışa, kara, fırtınaya ve nereden ne yapacağı belli olmayan hain, zalim düşmana karşı dayanacaktı! "Ama nasıl, nasıl?” dedi inledi. 
İşte ecdat sözü bir daha hakikat oluyordu; sû uyumuş, düşman uyumamıştı. Erzurum ve civarında bulunan yerli Ermenilerden bir kısmı mahalli kıyafetlerini alarak Sivişli köyünde karargâh kurmuş olan Rus komutanına gidip görüşmüşler:
-Senelerdir yollarınızı bekledik generalim!
-Biz de…
-Generalim maksadımız size yardım! Gerçi yardıma ihtiyacınız yok da biz, sizi gece tabyalara sokarız! Bu kadarını söyleyeyim kâfi.
-Nasıl olacak bu iş?
-Kolay! Siz bize itimat edin yeter!
-Elbette siz bizim her şeyimizsiniz; elimiz, kolumuz, gözümüz, kulağımız… en mühimi de dindaşımızsınız!
-Bunun için yanındayız ya!
-Buralar zaten sizindi! Tarih tekerrür etti! Asıl sahiplerine teslim etme zamanı geldi, işte biz bu kutsi vazifemizi yerine getirmek için buralardayız!
-Asırlardır bugünler için katlandık Osmanlı’ya, onların bizi aşağılamalarına.
-Neyse biz işimize bakalım. Yeri ve zamanı gelince yapılacaklar yapılır! Önce Osmanlı bitmeli!
-Evet, önce Osmanlı bitmeli! Askerleri, çok yorgun, hem de hastalıklı, zayıf ve moralleri fevkalâde bozuk!
-Tam kesilmeye müsait koyunlar desene!
-Kesilmeye mahkûm hindiler demeliydiniz ekselans! Malumunuz “Yılbaşı” da yaklaşıyor.
-Çamların altına, hediyelik paket olarak “Türk kellesi” koyalım demek istiyorsunuz galiba!
-Ha ha ha! Güldürdün ekselans! En şahane yılbaşı hediyesi, şöyle kızartılmış Osmanlı kellesi! Ha ekselansları; bunların nerelerde, ne kadar askerleri var, cephanelikleri ve hatta gizli yollarını da biliyoruz!
-Bunlar pek mühim malumatlar, yavaş olun kimseler duymasın! Peki nasıl girebileceksiniz buralara? Nöbetçileri var! Hele sağlam kale gibi devasa duvarları aşmak o kadar kolay mı?
-En mühimi de bu; parolalarını da biliyoruz…
-Aaa! Sizler pek fenasınız! Umduğumuzdan cesur ve fedakâr… Azizler sizi korusun!
-Amen, amen!..
Dediklerini yapan bu hainler, giydikleri mahalli kıyafetelerinin içinde şiveyi de noksansız konuşunca, tam bir Erzurumlu gibi görünüyorlardı. Şüphelenecek bir şey kalmamıştı.
            ***
Nene, bebeği Nazım’ı; doyuncaya kadar emzirdi. Sobanın üzerindeki kavrulmuş sıcak höllüğü aldı. Kundağı açtı. Kirli bezlerini değiştirdi. Yeni ve sıcak höllük üzerine uzattığında Nazım’ın keyfine diyecek yoktu. Gerindi, esnedi, garip sesler çıkararak tepindi durdu bir müddet. Her nedense bu sefer höllüğü; eskisinin iki katı kadar fazla koydu. Birkaç bez fazlasıyla sarıp sarmaladı, kundak yaptı. Sanki kendisinin yakında öleceğini düşünüyordu, Nazım’ının ise uzun zaman hayatta kalabilmesi için yapıyordu bunları. Elinde değildi. Bu dokunuşları son dokunuşlarıymış gibi kalbini yerinden söküp alıyordu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.