YAĞMUR DUASI

A -
A +
Su, Kur’ân-ı kerîmde birçok âyette geçmektedir. Son bin yıllık medeniyetimizin en esaslı eserlerinden biri atalarımızın yaptıkları sebillerdir. Onların en namlısı da Sultan Ahmed Çeşmesi olsa gerek. Sebiller, su anıtlarımızdır. Yüzyıllar içinde estetiğiyle göze, musluklarından akan suyun lezzetiyle damağa, o suyun içilmesiyle de vücuda fayda temin etmişlerdir. Âlem-i kübra; büyük âlem denen dünyanın üçte ikisi su olduğu gibi âlem-i suğra, küçük âlem denen insan vücudunun üçte ikisi de sudur. Su, o kadar mühimdir ki bu ehemmiyeti “su hayattır” ibaresi en güzel şekilde ifade etmektedir. Su ve israf kelimeleri çokça birlikte kullanılır. Öyle ki Sevgili Peygamberimiz -aleyhisselam- bir ırmaktan dahi abdest alırken suyun israf edilmemesini ikaz buyurmuşlardır. Bir abdestte kullanılan su ile bir ırmağa bir şey olmaz ama o savurganlık, sahibinde alışkanlık yapar. Su için âb-ı hayat, bengi su, âb-ı leziz, mâ-ı leziz gibi edebi tarifler vardır. Süleyman Çelebi’nin Vesilet’ün Necâd’ı gibi Fuzuli’nin Su Kasidesi, Türkçe nât-ı şerîflerin şâhikasındadır. Kanuni’nin Su Vakfiyesi, ecdadın suya verdiği değer ve hürmetin belgesi, Mağlova Su Kemeri, Bozdoğan Su Kemeri ve benzerleri muhteşem su âbideleridir. Sultanların büyük hayr eserlerinden Karaçalı, Hamidiye, Taşdelen, Çenesuyu... vs. bugün de bir yorgunluk ânında kana kana içtiğimiz âdeta şifa kaynağı sulardır. En güzel dualardan biri “su gibi aziz ol” sözüdür. Suyun ayakta içilmemesi, üç nefeste içilmesi, nefesin bardağa verilmemesi, su isteyene, misafire bardağın avuç ile ikramı gibi tabiî görgü davranışı şeklini almış suya dair teâmüller vardır. Sakaların sokak sokak su satmalarından, suyun mahalle ve köy çeşmelerinden akmasından, ev ve iş yerlerinde musluklardan akan su dönemlerine gelindi. Bu bir asırlık tekâmül, sadece içme suyunda değil, yıkanmada da duşlarla devreye girdi. Artık su nimeti, zahmetsiz bir şekilde insanoğlunun elinin altındadır. Ne var ki bu kolaylık, hemen her kolaylıkta olduğu gibi israf ve aldırışsızlığı da beraberinde getirdi. Suyun varlığı, kar ve yağmura bağlıdır. Bilhassa kar, su için daha kıymetlidir. Zaman zaman kar çığa; yağmur, sele dönüşse bile yine de suyun kaynaklarıdır. Su hayattır, su varsa hayat devam eder... Bunlar değişmez doğrular. Ne var ki bu yıl da göremezsek dördüncü kış olacak ki İstanbul’a kar yağmamış olacaktır. “Aziz İstanbul” ve büyük şehirlere kar yağmayışının esas sebeplerinden biri de cam giydirilmiş gökdelenlerdir diye düşünüyoruz. Bunlar, toplamda şehirlerden semaya tutulmuş milyonlarca metrekare aynadır. Semayı ısıtmakta, mevsimleri etkilemekteler. Şimdilerde “korona” denen bir salgınla başımız dertte. İkinci dert de kapıda! Tedbir alınmazsa o da geliyor! Sıradaki bu dert kuraklıktır. Barajlardaki su azalması, kaygı verici mahiyette. Her birimizin su tüketiminde, su tasarrufunda âzâmi dikkati göstermemiz şart üstü şarttır. Aslında belediyeler sağa-sola “suyu tasarruflu kullan; israf haramdır!” diye yazılar assalar en tesirli ve konuya dair en anlaşılır sözü söylemiş olurlar. Gelin görün ki oradaki “haram” kelimesi, köksüz çeyrek aydını rahatsız edecektir. Tasarruf, ferdî bir çaba ve mecburiyettir. Ayrıca “yağmur duası”nı da hatırlamamız, bu sünneti ihmal etmememiz gerekiyor. Maddî sebeplerin yanı sıra atalarımız denli hareketle din adamları rehberliğinde yağmur dualarına da çıkılmalı, mânevî sebeplere de sarılmalıdır. Fala, Hindu ritüellerine inananlar, varsın yağmur duasına inanmasınlar. Onların inkârı, hakîkati ortadan kaldıramaz. Asırlar boyu binlerce defa yağmur duasına çıkılmış, dua neticesinde bazen daha dua bitmeden âdeta gök delinmiş, sağanak, sağanak yağmur yağmış, toprak, hayvan ve insan suya doymuştur… Artık sakalar yok, mahalle çeşmeleri yok, belki gözeler, pınarlar bile eskisi kadar değil. Çoban Çeşmesi, Ayrılık Çeşmesi… ise günümüz hayatlarında artık birer semt adı. Bizler, su kıtlığını hem de adamakıllı yaşayan son nesilleriz. 90’lı yıllarda kilometrelerce ötelerden saatlerce sıra bekleyerek bidonlarla evlerimize su taşıyorduk. Bugün korona, maske ticaretini doğurduğu gibi o vakitlerde de benzin istasyonu gibi su istasyonları doğmuştu. Devrin İstanbul’unda su temin etmek için yine denizden su arıtma gündeme gelmiş, dahası bulutlara yağmur bombası atma teklifi yapılarak sonucu nereye varacağı belli olmayan teşebbüsler konuşulur olmuştu… Neyse ki imdada yağmur duası yetişmişti. Bugün de din adamlarımızın öncülüğünde yağmur duasına çıkılabilir. Koronaya aşı ile çâre bulunabiliyor. Kuraklık öyle değil. Kuraklığın aşısı yok, duası var. Su kıtlığını, susuzluğu hiç hafife almamalı. Bizler ve bizim gibi olan ülkeler “ol mâiler ki derya içredirler, deryayı bilmezler!” mısraında resmedildiği vaziyetteyiz. Şu o kadar âyet, şu kadar deyim, bu kadar esere rağmen layıkıyla kavranamıyor. Suyun ne olduğunu “derya içre” olanlara değil, Afrika’da damlaya muhtaç zavallılara sormalı. Onun için her yerde su kuyusu açtırmak sevaptır. Ama bunu Afrika’da yapmak çok büyük sevaptır. Su sadece gündelik hayatımızla alakalı değildir. Su ileri zamanlarda aynen petrol gibi dehşetli bir milletler kavgasına dönüşebilir. Petrolden vazgeçilebilir. Fakat su olmazsa hayat olmaz. Öyle ise kaynaklar çoğaltılmalı, israf etmemeye dikkat etmeli ve su ihtiyaç ve zenginliğimiz için maddî ve mânevî sebepler işletilmelidir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.