Ülkemizin gündemindeki üç önemli konu: Terörsüz Türkiye, Suriye ve Gazze meselesi…
Bu üç konuda hangi aşamadayız?
Kısaca bir göz atalım isterseniz…
Sürecin genel akışı iyi gidiyor. Terörsüz Türkiye’de. Artık partiler çözüm raporlarını hazırlıyor.
İddiaların aksine;
AK Parti ve MHP yani Cumhur İttifakı, Elini taşın altına koydu, sahipleniyor. DEM de Cumhur İttifakı'na paralel gidiyor. Zaman zaman aykırı sesler yükselse de, olmayacak talepler ileri sürenler olsa da...
CHP İmralı’ya gitmedi ama komisyonda var. Bu da bir artı değer soruna bakış açısından. DEM ile CHP kendi gündemlerini sürece yansıtsalar da… Zaman zaman tıkanmalara yol açsalar da,
Kardeşlik için, huzur için, birlik için…
Dinamik işleyen bu süreci bulandırmak isteyenlere, pusuda yatıp fırsat kollayanlara inat…
Aldırış etmeden sonuca ulaşmak zorundayız.
Irak’taki gelişmeler sürecin temel noktası. Zap/Metina bölgesinde mağaralar boşaltılmıştı. Önümüzdeki günlerde de Gara hattında silah bırakılması, gidişatı daha da kuvvetlendirecek, hızlandıracak.
***
İkinci konu Suriye’ye gelince…
Aslında Terörsüz Türkiye ile iç içe bir konu… Terör örgütünün uzantıları SDG içinde… 10 Mart mutabakatına da direniyorlar. Ama Türkiye’nin kararlı tutumu, ABD’nin bizle iş birliğine yanaşması ile SDG sonunda kabullenecek durumu... İsrail’in verdiği gazla huzursuzluk çıkarmaya, eninde sonunda son verecekler. Gerçeklerden kaçamayacak, teslim olacaklar. Bu konudaki en büyük hassasiyetimiz; YPG, PYD unsurlarına paye verilmemesi. Komuta kademelerinde konumlandırılmamaları.
Entegrasyonda üç kritik konu da;
Silahlı unsurların, gümrük sahalarının, sınır kapılarının merkezî hükûmete devri…
Bunlar yerine getirilirse, kurulan tuzaklar, oyunlar da bozulur.
Diyelim ki entegrasyona karşı çıkıldı… Yapılacak iş belli zaten, operasyon aşaması… Şam’a biz de tam destek veririz, tereddüt etmeden. Sınırlarımızın güvenliği için... Devletimizin, milletimizin bekası için. Ama tercihimiz diplomatik yollarla çözüm.
***
Gazze de için için kanayan yaramız…
ABD’nin ikircikli tutumu, katil Netanyahu’nun kana doymaması… Ateşkesi ihlal etmesi, barış umudunu zorluyor… Her ne kadar Trump kendine pay çıkarsa da…
Çözümün adresi yine Türkiye…
İstikrar Gücü’nde yer aldığımız takdirde akan kan durdurulur, Filistinliler derin nefes alır. Mehmetçik Allah’ın izniyle hepsini başarır. Huzur ve istikrarın kapıları aralanır. Açlığın pençesinde, hayat mücadelesi veren, Filistinliler bu kez de kışa yenik düşüyor. "İnsanlık abideleri"nden tıss bile yok!
Ama… onurlu milletimizin yardım kapıları hep açık… Devlet olarak mazlumların, masumların yanındayız. Huzur için, barış için, insanlık için, yüce dinimiz için.
Rusya-Ukrayna Savaşını da yakından takip ediyoruz. O da masada, ara buluculuk teklifimiz geçerli. Gündemimizde olduğunu hatırlatalım istedik. Fazla detaya girmeden…
NEDAMET!
Tecrübeli meslek büyüğümüz Saygı Öztürk, TSK’dan ihraç edilen teğmenlerle ilgili kitap yazmış. Onlarla konuşmuş duygularını da dile getirmiş: Subay yemin andına ekleme yaptıkları söylemişler "Ne mutlu Türk'üm diyene” sözünü... Kılıçlarını geri vermeyeceklerini hatırlatmışlar. Birilerini sevindirmemek için okuldan ayrılırken… Başlarını dik tutmuşlar, ağlamamışlar… Olaya en çok üzülen, ağlayan da Ebru Teğmen olmuş.
***
Türk Ordusunun en büyük özelliği, dünyanın en disiplinli ordusu olmasıdır. Yüzyıllardır ayakta kalmasının sebebi de budur. Teğmenler bu yüzden ihraç edildiler.
Özellikle vurgulamak gerekirse…
“Mustafa Kemal’n askerleriyiz" dedikleri için değil… Emir verilmesine rağmen aksiyon almasalardı… Tweet paylaşımı yapmasalardı… Siyasilerin destek oyunlarına gelmeselerdi… Avukatla savunmaya girmek yerine, özgür iradeleriyle hareket ederek disiplin soruşturmasında, amirlerine;
“Yanlışlık yaptık. Heyecana kapıldık” deselerdi…
Göreve devam etme ihtimalleri çok kuvvetliydi.
Ya da itiraz sonrasında dönüş yolu açılacaktı. Kolay değil, bir teğmenin yetişmesi… Devletin de kendilerinin de emeği boşa gitti.
Şunun da altına çizelim:
Ordumuz milletimizin göz bebeğidir. Mehmetçik öz evladıdır sahip çıkar. Her zaman başının üstünde yeri vardır. Ayaklarına taş dahi değsin istemez. Tarih bunun en büyük şahididir.
YENİ ANAYASA, KİME TASA!..
Prof. Dr. Mustafa Şentop üç dönem vekillik yaptı.
Hukukçu olması sebebiyle;
TBMM Anayasa Komisyonu Başkanlığından, Meclis Başkanlığına kadar çeşitli görevlerde bulundu. Şimdi ise Cumhurbaşkanlığı İstişare Kurulu’nda… Ama bu arada akademik hayattan da kopmadı. Hâlihazırda İstanbul’da bir üniversitede… Doktora öğrencilerine hukuk dersi veriyor…
Anayasa Hukuku üzerine de çalışmalar yapıyor.
İki temel konu üzerinde; Anayasa değişiklikleri ve bu değişikliklerden sonra, Meclis’in uygulamaları ve işleyişine yönelik. Doktora öğrencileriyle paylaşım yapıyor. Onların da görüşlerini alarak derinleştiriyor çalışmalarını.
Anayasa demişken, Prof. Dr. Mustafa Şentop’tan, yeni anayasayla ilgili birkaç cümle de aktaralım. Yaptığımız sohbetteki notlarımızdan yararlanarak.
Anayasa maddelerinin tartışılmasının sebebini; Türkiye’nin demokratikleşmede geldiği noktaya bağlıyor.
Yeni anayasanın da;
Daha özgürlükçü, daha kapsayıcı, güncel sosyolojik gerçekleri dikkate alan bir çerçeveye oturtulması gerektiğini vurguluyor. Aynı zamanda devletin bütünlüğünü koruması, vatandaşların kimliklerini zorlayıcı olmadan tanıması, toplumsal farklılıkları çatıştırmak yerine, buluşturan bir anlayışla hazırlanması gerektiğini söylüyor...
Türkiye’nin darbe anayasalarından kurtulması şart. 1982 Anayasası değişikliklere uğramasına rağmen gelişen Türkiye’ye ayak uyduramıyor.
Kayıtsız şartsız;
Sivil iradenin hâkim olduğu, “İşte bu benim Anayasam” diyeceği bir anayasaya ihtiyacımız var. Bugünkü Meclis bunu yapar mı dersiniz? Onu da hemen söyleyelim… Çok zor bir ihtimal ama... İnşallah yanılırız?!
Cumhur İttifakının gayretlerinin de farkındayız. Türkmenistan dönüşünde Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Anayasa bu dönem çıkacak… Başaracağız’’ dedi.
Bunu da not düşelim istedik.

