Geçtiğimiz hafta Türkiye bir kez daha büyük bir acı yaşadı. Eskişehir'deki orman yangınında 5’i orman işçisi, 5’i AKUT gönüllüsü olmak üzere 10 canımızı yitirdik. Alevler sadece ağaçlarımızı değil, içimizdeki vicdanı, güven duygumuzu da dağladı. Ancak yangınlar sadece doğal felaket değil, yıllardır çözülmeyi bekleyen bir yapısal krizimizin de aynası.
Her yaz aynı dram. Kameralar, yetkililer, helikopterler… Ama sonuç hep hüsran: Müdahalede gecikmeler, kontrolsüz yangın yayılımı, çaresiz vatandaşlar ve artan kayıplar. Peki nerede yanlış yapıyoruz? Eksik olan ne?
Türkiye’de yaklaşık 24 milyon hektar orman var. Ama bu devasa alanı koruyacak insan gücü ne yazık ki Avrupa standartlarının çok altında. Orman başına düşen görevli sayısı sembolik kalıyor. Hem sayısal yetersizlik hem de teknolojik eksiklik yangınlarla mücadelede ciddi handikap oluşturuyor.
Bir başka sorun ise itfaiye hizmetlerinin belediyelere bağlı, parçalı yapısı. Yangınlar belediye sınırlarına göre değil, coğrafyanın doğasına göre yayılır. Bu nedenle itfaiye teşkilatımızın emniyet ve jandarma gibi merkezî bir yapıya bağlanması; eğitimden müdahaleye kadar standartların ülke genelinde eşitlenmesi şart.
Yangına müdahale hayati. Ama esas olan yangının başlamadan önce fark edilmesi ve risklerin toplumsal olarak minimize edilmesi. Bu noktada sadece devlete değil, tüm topluma büyük görev düşüyor. Ancak toplumu harekete geçirmek için önce devletimizin yönetim organlarının kurumsallaşması gerekiyor.
Bugün elimizde güçlü teknolojiler var: Yapay zekâ, IoT sensörler, drone’lar, uydu destekli erken uyarı sistemleri, mobil uyarılar… Bunlar doğru stratejiyle birleşirse yangına saniyeler içinde müdahale mümkün olur. Mesele artık refleks değil; öngörü meselesi.
Danışma kurulunda bulunduğum teknoloji şirketi aracılığıyla, Türkiye’nin güçlü bir teknolojik kapasiteye sahip olduğunu net biçimde gözlemliyorum. Sorun, bunu merkezî ve sürdürülebilir bir stratejiyle hayata geçirmek. Pilot bölgelerde başarı var ama yaygınlaşması siyasi takvimlerin dışında tutulmalı.
Portekiz örneği:
2017’de Portekiz’de yaşanan felaket Türkiye için de ders niteliğinde. 100’den fazla can kaybı, yarım milyon hektarın yanmasıyla Portekiz derin bir değişime gitti. AGIF adında özel bir ajans kuruldu, Entegre Kırsal Yangın Yönetim Sistemi hayata geçirildi.
Yangın sadece orman mühendislerinin değil, tüm toplumun meselesi hâline geldi. Kırsalda ev ev bilgilendirme yapıldı, çocuklara eğitim verildi, riskli tarım yöntemlerine alternatifler sunuldu. “Portugal Chama – Portekiz Seni Çağırıyor” sloganıyla bilinç yükseltildi.
Sonuç mu? Yıllık ortalama yangın sayısı 20.000’den 7.000’in altına düştü. Yanan alan %87 azaldı. Hem kurumlar hem de toplum dönüşerek yangınla mücadelede model ülke oldular.
Peki Türkiye’nin yol haritası?
Biz de ancak yangın çıktıktan sonra müdahale tartışmalarıyla yetinmemeliyiz. Yangın başlamadan önce başlayan bir süreci örgütlemeliyiz. Merkezî yangın yönetimi ajansı, dijital altyapı entegrasyonu, yaygın eğitim kampanyaları, güçlü medya stratejileri ve yerel-küresel iş birlikleri şart.
Bu ülke afetle mücadelede sadece insan gücüne değil, akla ve algoritmaya da güvenmeli.
Orman sadece ağaç değil; iklim, su ve yaşamdır, "Yeşil Vatandır." Orman yandığında sadece doğa değil, devletin refleksi de test edilir. Bugün o testte zorlanıyoruz. Ama bu tabloyu tersine çevirmek elimizde.
Yeter ki, yangınla değil, zihniyetle mücadele etmeye başlayalım.
Nur Tuğba Aktay'ın önceki yazıları...