Algı dünyası

A -
A +

Son yıllarda yaşananlara psikolojik harp mi demek lazım algı dünyası mı bilemiyorum. Şurası kesin ki her devlet, vaziyeti olduğundan çok farklı göstermeye çalışıyor. En küçüğünden en büyüğüne kadar bütün devletler bunu yapıyor.

 

Rusya Ukrayna’da batağa saplandı. Kaynakları eriyor. Kaynakları derken her çeşit kaynağını kastediyorum. İnsan kaynakları bunun başında geliyor. Ölü ve yaralı toplamının bir milyonu aştığı ifade ediliyor. Yaklaşık yüz elli milyon nüfusu olduğunu düşünürsek yüz ellide bir az bir nispet değil. Bunun muhakkak bir bedeli olacaktır. Şu an için hareket görünmüyor fakat ortalık durulduğunda dahilde büyük bir vaveylanın kopacağını tahmin etmek zor değil.

 

Onlarca değişik kavmi bir arada tutmaya çalışan Rusya işte o günden itibaren mukadder sona doğru daha bir süratle yol alacaktır. Kendisini üçe beşe bölmeye niyetli daha doğrusu kararlı Batı hiç şüphe yok ki yakmış olduğu bu ateşi her geçen gün harlayacaktır.

 

Rusya, bu denli hassas bir çizgide ilerlemesine rağmen kuyruğu dik tutuyor. Sanki zafer kazanıyormuş gibi davranmaya çalışıyor. Yazılı, sesli ve görüntülü haberleşmenin bu kadar kolay olduğu günümüzde ne yaparsa yapsın istediği algıyı meydana getiremiyor.

 

Bir yerlerden sızan saniyelik görüntüler koca emeği çöp ediyor. Bu demek değil ki Ukrayna’da hezimete uğrar. Her şeyini ortaya koyup sahadan mağlup ayrılmamaya çalışacaktır. Zira böyle bir netice bölünmenin ışık hızında gerçekleşmesini sağlar...

 

İsrail’in vaziyeti Rusya’dan daha kötü. Hatta Rusya ile mukayese dahi edilemez bir hâlde. Haydut devletçik, ABD’nin sınırsız desteğine rağmen Gazze’de saplandı kaldı. Bu cümlemizi okuyan birçok kişinin “Gazze mi kaldı” dediğini duyar gibiyiz. Binalar olmasa da Gazze ayakta. İşte İsrail ve ABD’yi delirten de bu.

 

Ne yaparlarsa yapsınlar netice alamıyorlar. Gel gör ki kimse bunun farkında değil. Şehitler, yıkılan binalar, aç insanlar perdenin arkasını görmeye mâni oluyor.

 

Hayat, matematik gibi netice vermiyor. Bazen karşınızda hiçbir güç yoktur. Tek taraflı olarak hasmınıza bombalar yağdırırsınız, kadın çocuk genç yaşlı demeden herkesi öldürmeye çalışırsınız. Kibir ve gurur içinde kazandık diyerek efelenirsiniz. Ama sonunda kaybedersiniz... İşte İsrail böyle bir noktaya doğru ilerliyor.

 

Gözü dönmüş olanlar hariç herkesin nefretini kazanıyor. Gün gelecek başlarına gelecek hiçbir felakete insanlar zerre miktarı üzülmeyecekler. Kaybetmek budur...

 

 

Arka planda ne var?

 

 

Arka planda yakıp yıktığı, yerle yeksan ettiği el içi kadar bir sahada kırk elli esirini gidip HAMAS’ın elinden alamayan ve adına İsrail denen bir devlet bozuntusu var. Zaten katliamların bir türlü ardının arkasının kesilmemesi de bununla alakalı. Hedeflerine ulaşmış olsaydı bunun alametlerini onların üzerinde görürdük. Bazıları anlamakta ve inanmakta zorlanacak ama bu söylediklerimiz ayniyle vaki.

 

Buna savaşın devamını sağlamak için almıyorlar gözüyle de bakabiliriz. O zaman da katliamları devam ettirmek için milletini satan bir devlet olarak tarihte yerini alacak ve kendini bir başka açıdan tarihe gömecektir.

 

Ancak İsrail aynı algıyı İran füzelerinin etkisine karşı da yaptı. Büyük hasar almış olmalarına rağmen ilan ettikleri ölü sayısı otuzu bulmadı. Hâlbuki yerel kaynaklardan sızan haberlere göre iki binin üzerindeydi. Zaten savaşı alelacele bitirmelerinin en mühim sebebi de buydu. Kaynak bitiyor, yıkım artıyordu. Bu şartlar altında o dik kuyruklarını indirdiler ve savaşı bitirdiler.

 

Elbette bu durum, İran’a yeniden saldıramayacakları manasına gelmez. Hazırlık yapıp yeni bir maceraya girebilirler. Hazırlıklarının kifayetli olup olmadığını anlamak için o zaman da çok fazla beklemeye ihtiyaç olmayacaktır. On günden sonra devam edebilmeleri kendilerini aşmış olduklarını gösterir. İyi de nihai durum ne olur?

 

Şunu net ifade edeyim ki bin kere böyle bir mücadeleye girseler binini de kaybederler. Zira kaynakları zafer kazanmalarına imkân vermez. O yüzden biraz daha kafası çalışanları, İsrail’i böyle bir yok oluşun içine atmak istemez. Vurdum vuruyorum gibi küçük tehditlerle ve algı ile netice almak isterler. Netanyahu, biraz geç oldu ama bunu anladı.

 

Türkiye olarak İsrail’in bu yapısını çözmek zorundayız. İsrail, Suriye’de Türkiye’nin kuvvet bulundurmasını asla istemiyor. Türkiye’nin bir İran olmayacağını ve Türkiye üzerinden algı yürütemeyeceğini iyi biliyor. Bunun için de Türkiye’nin Suriye’de atacağı adımların önünü kesmek üzere elinden ne geliyorsa yapıyor. Fırat’a bir tünel yolu açabilmek için Dürziler, Nusayriler ve Şiiler üzerinden her yolu deniyor.

 

Bizim de Suriye konusunda İsrail’in adımlarını takip etmemiz ve yolunu mutlaka kesmemiz gerekmektedir. Bu konularda geri durmamız ve yavaş davranmamız İsrail’i iyice pervasız kılmaktadır. Çatışma istemiyoruz diyerek geniş alanları boş bırakmamızı İsrail derhal değerlendirmektedir. Almira üssüne inmememiz böyle oldu.

 

Her güç, güçten anlar. Hiçbir güç, güçsüzsen seni ciddiye almaz. İktisadi yapın güçlü olacak, askerî yapın güçlü olacak, insan kaynağın güçlü olacak. Bu üçüne cesaret ve stratejik zekâyı da eklemek lazım. Bunları hazırlayıp gerektiğinde kullanmazsan geçmiş ola...

 

İş bu kadar basit değil, Yahudi'nin arkasında ABD var diyebilirsiniz. Bu bir yere kadar doğru fakat bir yere kadar. O nokta aşıldığında hareketten başka yapacak bir şey kalmaz. Zaten İsrail ABD’nin izni hatta dahli olmadan bize karşı tek adım atamaz. Yani bir gün kendimizi İsrail ile savaşın içinde bulursak o harpte ABD’nin de olduğunu bilmeliyiz... Şurası mühim ki İsrail’in bize üstünlük kurduğu hiçbir muharebede ABD ortaya çıkmaz. Ortaya çıkması için dengeyi kurmamız gerekir. Üstün olduğumuz durumda ise gözünü kırpmadan savaşa katılır.

 

 

Sıra dayağı psikolojisi!

 

 

Zengezur Koridoru konusunda da büyük bir algı operasyonu var. ABD’deki anlaşmanın Türk dünyasını birbirine bağladığı hararetle anlatılıyor. Kimse Amerika’nın doğudan da komşumuz olduğunu görmek istemiyor! Dört cihetten ABD ile komşu olduk. İşin sıcaklığıyla olup biteni henüz fark edebilmiş değiliz. Belki de fark etmek istemiyoruz lakin doğu sınırlarımızda da artık NATO olacak. Hele Ermenistan Rusya’yı atlatıp tamamıyla ABD şemsiyesi altında yer alırsa işte o zaman hakiki sıkıntılar başlayacak. Kürtler eliyle güneyde yaptıklarını Ermeniler eliyle doğuda planlayacaklar. İş, başarılı olurlar olmazlar meselesi değil. Mesele Garbın, Şark tarafımızda da mevzi almasıdır.

 

NATO Rusya’dan daha mı tehlikeli diyenler olacaktır. Evet daha tehlikeli hem de çok daha tehlikeli. O Batının asrımızın başında bize neler yaptığını, bizi kimler eliyle teslim aldığını, beynimizi nasıl yıkadığını, bu kadar zaman sonra daha yeni yeni kendimize gelmeye başladığımızı bilenler bilmeyenlere anlatsın. Ödediğimiz ve ödemekte olduğumuz bedelin çok büyük olduğunu aramızda dolaşan mezhepsiz, deist ve ateistlere bakarak anlayabilirsiniz... İslam’ın bin yıllık bayraktarı olan bir milletin hiç de küçümsenemeyecek sayıdaki evladı bu çukurlara düşebiliyorsa bu bedel çok büyük demektir.

 

Son yüz senede yapılan algıyı anlamadıkça bir yere varmamız mümkün olmaz. Vatan diyerek vatanı, millet diyerek milleti, bayrak diyerek bayrağı, Türk diyerek Türklüğü tasfiye edenleri iyi tanımamız lazım. Bu kadar zaman geçmesine rağmen hâlâ tanımaktan bahsetmemiz aslında esef verici. İnsanın “taş olsa tanırdı” diyesi geliyor. Belki de her şeyi şu Türk kelimesi gizliyor. Türk'ü yıkmak adına yapılan her şey “Türk için” diye ilan edilince saf Türkler bu oyuna geldi. Hatta hâlâ gelmeye devam edenler var. Kurtuluşumuz bunları yapanların ismiyle, cismiyle, sıfatıyla deşifre olmasından geçiyor...

 

Geçenlerde eski bir akademisyen tarafından, “Sıranın bize gelmesini bekleyemezdik” tarzında talihsiz bir açıklama yapıldı. Elbette kardeşlik yolunda atılan adımlar bizi sadece memnun eder. Burada biz “sıranın bize gelmesi” ifadesine takıldık. Sıranın bize gelmesi ifadesi muhatabımızın üstünlüğünü kabul etmek demektir.

 

Bir çeyrek asır önceye kadar mekteplerde sıra dayağı vardı. Muallim eline sopayı alır sırayla elleri kızartırdı. Talebeler de korku içinde sıranın kendisine gelmesini beklerdi. Şimdi biz “sıranın kendimize gelmesi” ifadesi ile karşı tarafı muallim kendimizi de talebe yerine koyuyoruz.

 

Bu zat-ı muhteremin teklif ettiği hâl çaresi de birleşip hocaya karşı çıkmak. Yani yine talebe konumunda kalmak ama hakkını da yedirmemek. Bu ruh hâli Sultan Fatih’in evlatlarına yakışmıyor! Üstelik bu tavrın vaziyeti kurtaracağı meçhul. Orta vadede daha büyük problemler doğuracağını da göz ardı etmemek gerekir...

 

Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan, “O kutlu gün geldiğinde, biz de orada olacağız, şükür namazı kılacağız” derken sıra dayağı psikolojisine girenleri anlamakta zorluk çekiyoruz.

 

 

 

 

TEFEKKÜR

 

 

Sebât et merkezinde i’tilâ-yı rif’at istersen

 

Yakışmaz i’vicâc-ı hâl ü etvâr ehl-i irfâna

 

                                   Hersekli Ârif Hikmet

 

(Yükselmek istiyorsan, sabırla bekle yerinde,

 

Yakışmaz eğilip bükülmek ariflere.)

 

 

 

Ahmet Şimşirgil'in önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.