Adına münasip olacaktı kötülerle, kötülüklerle mücadele etmede yılmayacaktı Yılmaz!..
Ter içinde kalmıştı. “La havle” çekti, kalktı. Her şeye rağmen tertemiz bir sayfa açmaya kararlıydı Yılmaz. Adına münasip olacaktı kötülerle, kötülüklerle mücadele etmede yılmayacaktı. Babası bu ismi koyarken herhâlde bunu kastetmişti.
Yaşadığım devirde anladım azdır yerim,
Kalemim göze batsa da çizgimde mertlik var.
Zararım olsa bile doğruya doğru derim,
Aldatamam hiç kimseyi, sözümde mertlik var.
Pazarıma gelseler, mal veremem hileli,
Şu üç günlük dünyada yaşıyorum çileli.
Yanlışımdan döndüm, haddimi bildim bileli,
Daha eğri gidemem, kararımda mertlik var.
Sevmeyenden beklemem, bana selâm vermesin!
Sevenlerim yetiyor, araya şer girmesin!
Her ne isem; oyumdur, başka çeşit görmesin!
İçim dışım hep aynıdır, özümde mertlik var.
***
Gövdesi minnacık, kocaman dalları evin duvarlarını aşıp mektebin bahçesine, mahalleden şehre sarkan, oradan taaa Erzurum’a ulaşan mesut mu mesut bir ağaçtı bu yaprakları zümrütten taze çınar.
Kuşlar paylaşamazdı onu, martılar ve kargalar kavga eder dururdu. Bir gün insanlar fark etti bu durumu, ama ne yazık, onlar da unutmuştu tabiatın rengârenk uyumunu.
Sonra mı? Sonra şen şakrak cıvıltılar, gaklama ve kanat çırpmalar birbirine karıştı, yürek hoplatan bir ahenk oldu bütün sesler. Zümrüt yapraklı taze fidan şöyle bir kök saldı toprak ananın kalbine, rüzgârlarda titredi, zemheride kar yağdı üşüdü, baharın rahmetlerinde yıkanıp kana kana içti serin sularını, yazın hararetinde gün oldu kavruldu, doluda yapraklarının kimi hasar gördü, bazı zayıf dalları kırıldı, düştü; fırtınalarda fena sallandı fidan gövdesi, bu hengâmede birlikte sarmaş dolaş olmayı, kucaklaşmayı, sevmeyi öğrendi, dik durdular sadece ve hep birlikte asırlara selâm götüren çınar oldular…
***
MEĞER ALİ’NİN BABASI GAZİYMİŞ!
Güneşli bir ilkbahar akşamı zil çaldığında çocukların her zamanki gibi çantalarını alır almaz koşuşarak koridora, oradan da “pat pat” merdivenleri inerek bahçeye çıkmaları bir oluyordu.
Ali, talebelerin hoplaya zıplaya inmesinden, çıkmasından mada başka maksadı olmayan okulun bu geniş mozaik merdivenlerini tek başına kaç kere inip çıkmıştı? Bazen durup dinlenir, orta yerinden görünen manzaraya takılırdı ela gözleri. Geniş camların arkasından rüzgârda titreşen dallara bakar, dalardı. Arnavutköy’ün sırtlarını, koyu yeşile boyayan çamlardan reçine kokusu gelirdi hep. Nedense ona köyünü hatırlatıyordu bu manzara. Sağından solundan ha bire çocuklar birbirlerini iterek koşturuyorlardı. Yeni arkadaşlıklar da kurmuştu, hele babasının Kıbrıs Beşparmak Dağlarında gösterdiği kahramanlık hatıralarını anlattıktan sonra. Hızla yanından vurup geçenden kendini sakınmak için iyice duvara doğru çekti. “Düşmekten de korkmuyorlar ya” dedi, peşi sıra baktı. Aynı hızla Yılmaz geçiyordu “Ooo sınıfımızın Rahmet'i de buradaymış” dedi, sırıtarak baktı, geçti… DEVAMI YARIN