"Sana bir şey olmadı, ne olduysa bana oldu Behlül!"

A -
A +

Sisler dağıldı, etraf aydınlandı ama ben de epey ateşler içinde kıvrandım. Gözlerimi açtığımda o koca Sultan’ı yanı başımda gördüm.

 

 

 

Nefis devreye girdi mi yapmayacağı yoktu. Bir başka meczubu dolduruşa getirmişler “Behlül Dânâ, Halifeyle abi kardeş gibiler. Sen niçin olmayasın?” diye fitlemişler. O da beni öldürmeden bunun mümkün olmadığı kanaatine varmış meğer. Hikmetinden suâl olunmaz... Zamanla sisler dağıldı, etraf aydınlandı ama ben de epey ateşler içinde kıvrandım. Gözlerimi açtığımda o koca Sultan’ı yanı başımda gördüm.

 

- Behlül!

 

- !!!

 

- Nihayet açtın gözlerini!

 

- Neredeyim, ne oldu bana?

 

- Sana bir şey olmadı, ne olduysa bana oldu! Biraz istirahat et geçer Behlül!

 

- !!!

 

Hasta yatağında yaralarımı sararken aklımın kurduğu, kaderinse bana güldüğü bir hayatı yaşadığımın farkına varıyordum. Rabbim ne dilemişse o oluyor. Aradan ne kadar vakit geçti kestiremiyorum ama Sultan’ımın sık sık zavallı kulübeme uğramasını görenler yüzüme karşı laf atmadan da edemiyordu. Biraz da bunların sohbetini yapmak istedim. İlk aklıma geleni sordum.

 

- Evet Sultan’ım! Sanıyorum nihayetine yaklaşıyoruz ömrün.

 

- İster yüz yaşa ister yüz elli ahirimiz ölüm Behlül!

 

- Ölüm! Ölüm! "Ölümden öteye köy yok…" derlerdi büyüklerimiz!

 

- Ölüm ve ötesini anladım, "Âmennâ ve saddaknâ... yani inandık ve tasdik ettik." Bütün kalbimle inandım imân ettim, elhamdülillah.

 

- Haddim olmayarak bir şey arz etmek istiyorum Sultan'ım. Maalesef bu ÖLÜM denilen mutlak hakikat hep unutturulmak isteniyor. Zaten yeteri kadar meşguliyeti olan insanoğlu bu tuzaklara da çabuk düşüyor. Nereden gelip nereye gittiğini şu veya bu şekilde unutanlar tabiatla, işle güçle meşgul olup gaflete düşüyor. Bir hikâyeyle anlatayım müsaade ederseniz.

 

- Elbette.

 

- Bir kişi, çölde gördüğü canavardan kaçarken bir kuyu görmüş, “En iyisi buraya saklanayım belki kurtulurum…” deyip hiç tereddüt etmeden koşup kuyudaki ipe tutunarak aşağı inmiş. O yırtıcıdan kurtulmak isterken aşağıya baktığında bir de ne görsün; yukarıdakinden daha beter bir ejderha ağzını açmış, düşmesini bekliyormuş. Zavallı ne yukarı çıkabiliyor, ne de aşağı inebiliyormuş. Öyle şaşkın vaziyette kalakalmış. Daha aşağı inse ejderhanın ağzına düşecek, yukarı çıksa oradaki vahşi hayvana yem olacakmış. Çok zor durumdayken yakınında bir bal arısı peteği görmüş ve o baldan yemeye başlamış. Balı yedikçe de gaflet uykusu artıyormuş. Artık gözü ne yukarıyı ne de aşağıyı görüyormuş. O, baldan yemenin sarhoşluğuyla akıbetini unutmuş hepten...

 

- Tam bizim hâlimiz Behlül! Biz de ölmeyecekmiş gibi yaşıyoruz.

 

- Bu misaller iş olsun diye anlatılmıyor Sultan’ım! Dahası var!

 

- Anlat bakalım bana nasıl taş vuracaksın göreyim!

 

- Estağfirullah!

 

- Yok yok! Sen anlat! Ben alacağım dersi fazlasıyla alıyorum!

 

DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.