Kaçamak...

Sesli Dinle
A -
A +

Balkonda kahve içiyordum.
Birden eski günlere gitti hafızam; ve onu ne çok özlediğimi kalbimde hissettim.
Hemen hemen evlendiğimden beri (bir buçuk yıldır) doğru dürüst görememiştim.
Sınıf öğretmeni olan eşim, açık lise sınavlarındaki görevi sebebiyle bu pazar okula gitmişti. 
Ben ise bütün bir hafta mahkemeden mahkemeye, davadan davaya yetişmeye çalışan yorgun bedenim ve beynimle tembelliğin koynunda bir tatil günü geçirmeye hazırlanırken... 
Birden onu ne çok özlediğimi kalbimde hissettim.
Telefon numarasını ekrana getirdim; arasam mı, aramasam mı diye epey alıp verdikten sonra heyecanla tuşladım. 
- Alo, dedi o duru sesiyle.
- Benimle bir yemeğe ne dersin, diye damdan düşer gibi sordum.
Beklemediği açıktı, şaşırdı. Bir süre sessiz kaldı. Sonra:
- Sen bilirsin, dedi. 
Beni sevdiğini, çok sevdiğini, hâlâ sevdiğini biliyordum!
- Yemek sonrası şu görememekten yakındığın Çamlıca Kulesi'ni de gezeriz, eğer bana ayıracağın bir iki saat varsa...
Bu kez sesindeki coşkudan gürül gürül minnet fışkırıyordu:
- Memnuniyetle!
■ ■ ■
Yalnız yaşıyordu.
Evinden almaya gittiğimde, onu giyinip kuşanmış olarak hazır buldum. 
Beklemeyi sevmediğimi bilirdi.
İçeri girmedim.
Ayakkabılarını giydi ve çıktık.
■ ■ ■
“Uzmanı” olduğum Sultanahmet’e götürdüm.
Topkapı Sarayı'nı, Sirkeci'yi, Eminönü'nü, Galata Kulesi'ni, bir güzelin beline sarılmış altından kemer gibi duran Boğaz Köprüsü'nü önümüze seren manzarası ile bir çatı katı restoranında gözlerinin içi gülerek:
- Eşinin şu an senin nerede olduğundan haberi var mı, diye imalı ve alaycı bir tebessümle sordu. 
Ani bir kararla yaptığım davetin ve şimdi birlikte olmamızın getirdiği mutluluğu saklayamıyordu. Her hareketinde çocuksu bir coşku vardı.
Menüyü tutan elleri heyecandan titriyordu.
- Eskiden sen benim yediğimi yerdin, bugün ben senin tercihine uyacağım, dedi yemek listesini masaya bırakarak...
Ben de, saygıyla bekleyen beyaz giyimli garsona, onun en sevdiği yemeği, kaşarlı köfteyi söyledim.
■ ■ ■
Keyifli bir sohbet eşliğinde yediğimiz yemeğin sonrasında kahve içiyorduk.
Gülünmeyecek sıradan esprilere gülüyor, bahane ile birbirimizin ellerine dokunuyor, eski günlerden ve eski gezmelerimizden bahsediyorduk.
Benim de aklımdan “acaba eşim bizi böyle görse ne düşünür” diye geçti doğrusu. Saate baktığımı fark edince çantasına davrandı.
- Senin zamanın doluyor, dedi. Galiba Çamlıca Kulesi'ni görmek bu sefer de kısmet olmayacak.
Gerçekten de onun yanında onca zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım bile... Hava kararmak üzereydi.
- Haklısın, epey geç olmuş, dedim. 
Kalktık.
Ayrılık havası, saatlerdir gözlerinde ışıl ışıl parlayan mutluluğun izlerini yavaş yavaş hüzne terk ediyordu.
Giderek asılan suratını, çiçekçiden alıp kucağına tutuşturduğum bir buket gül de dağıtmadı. 
Evine bıraktım.
Kapıdan içeri girerken döndü... Sarıldı... Beni öptü... 
- Çok teşekkür ederim, dedi. Eski günlerdeki gibi çok özel saatlerdi. Bir sonraki Anneler Günü'ne kim öle kim kala oğlum.
O kapıdan içeri yürüdü, ben merdivene döndüm.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.