Gazze’de yaşanan zulüm ve soykırım, her şeyi yeniden gözden geçirmemize yol açtı. Dünya, haktan yana olanlarla karşısına dikilenlerin mücadelesini yaşıyor. Bu tarihî dönemde cesareti, vicdanı ve hakkı temsil edenlerin safına baktığımızda, tarih bize şerefi ve namusu temsil eden Türkiye’yi gösteriyor.
Elbette bu duruşun merkezinde bir lider var.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı BM kürsüsünde, mitinglerde, ekranlarda, açılışlarda; acı günde ve sevinçte hep dinledik. Umudu temsil etti. Fakat Gazze feryadıyla dünyayı sarsan konuşması, bambaşka bir haykırış oldu.
Gazze’de böylesine ağır bir tablo varken, dünya liderlerinin ne söyleyeceği merak konusuydu.
Gözler Amerikan Başkanı’na çevrilmişti; ancak Trump’ın bu denli aciz bir konuşma yapacağını doğrusu beklemiyordum. ABD’nin desteğiyle dünya rezil bir tabloya tanıklık ederken, farklı bir duruş göstermesi bekleniyordu. Oysa akılda kalan, yalnızca “ben” kelimesiyle başlayan cümleler oldu.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Filistin’i tanıdığını ilan etmesi elbette önemliydi. Fakat konuşma metnindeki amalarla dolu satırlar, “Devlet bu mu, devlet başkanı bu mu?” dedirtti.
Aylardır Filistin’e destek veren protestoları engelleyen İngiltere’nin de Filistin’i tanıması güzel bir gelişme. Peki, bu karar eyleme nasıl yansıyacak?
Bun arada katil Netanyahu, Filistin’i tanıyan devletleri tehdit etmeyi sürdürüyor. Macron, savaş bittikten sonra elçilik açacağını söylüyor. Bu nasıl bir acizliktir? Böyle bir trajediye engel olamayan sistem, kimi ve nasıl koruyacak?
Kuşkusuz Hitler’in sonu Netanyahu’yu da bekliyor. Acaba devletler, mahkeme önünde hesap vermekten korktukları için mi tanıma yoluna gidiyorlar? Filistin’i tanımak elbette önemli bir adım fakat bu adımlar soykırımı durdurabilecek mi? İnsanlık, dünyaya hegemonyasıyla patronluk taslayan bu devletlerin çıkarları dışında hiçbir şeyi önemsemediğini açıkça gördü.
Tam bu noktada Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, cesaretin ve vicdanın temsilcisi olarak kürsüden haykırdı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan tarihin doğru tarafında konumlanmayı her defasında seçti, politikalarıyla da Türkiye’yi bu çizgide tutmayı başardı. İsrail’in yüzüne gerçekleri amasız bir şekilde haykırması, yalnızca Gazze için değil, dünya tarihi ve insanlık için bir manifesto niteliğindeydi.
Fatih Sultan Mehmet dönemini hatırlatmak gerekir. Dünya, kan, kaos ve sefaletin hâkim olduğu Orta Çağ’ın karanlığı içindeydi. O gün bir medeniyet bayraktarı çıktı. Binlerce yıllık bir birikimin temsilcisi olan Sultan Fatih çocukluğundan itibaren bir hedef ve gaye ile yetiştirildi. İstanbul’un fethiyle Orta Çağ’ın karanlığı kapandı, hoşgörü, adalet ve refah dolu yeni bir çağ açıldı.
Erdoğan da BM kürsüsünde âdeta Orta Çağ zihniyetinin temsilcisi Netanyahu ve destekçilerine karşı Fatih Sultan Mehmet gibi cevap verdi.
Türkiye’nin farkı, Erdoğan’ın farkı işte budur.
Netanyahu ve zihniyeti, Orta Çağ’ın karanlığını hatırlatan bir yol izlerken, karşısında Fatih Sultan Mehmet’i hatırlatan bir haykırış yükseldi. Erdoğan, ecdadı gibi bizleri temsilen dik ve dirayetli bir sesle dünyaya seslendi.
Tarih bu anları kaydediyor. Bu duruş, gelecek nesiller için pusula niteliği taşıyor. Çünkü tarihin doğru tarafında olmak, güçlünün değil haklının yanında durmak ve her şeyden önce “insan” olabilmektir.
Sevil Nuriyeva'nın önceki yazıları...