Son günlerde, İsrail’in İran’a yönelik saldırılarına ve ardından ABD uçaklarının İran’ı hedef almasıyla yaşanan gelişmelere tanıklık ediyoruz. Bu süreçte çok sayıda analiz devreye girdi. Trump’ın söylemleriyle eylemleri arasındaki çelişki üzerine düşünmek önemli hâle geliyor. ABD’nin hem iç politikada hem de dış ilişkilerde sıkıştığı tablo, gelecekte en çok tartışılacak başlıklardan biri olacak gibi görünüyor.
İran vuruldu ancak nerelerin hedef alındığı, ne düzeyde bir yıkım yaşandığı, paylaşılan uydu görüntülerinin neye karşılık geldiği gibi veriler net değil. Zararın boyutu somut biçimde ortaya konmadı. Yorumlar, ağırlıklı olarak İsrail ve ABD’nin resmî açıklamalarına dayanıyor. İran kaynaklarının açıklamaları ve olası karşılıkları üzerinden durumu anlamaya çalışıyoruz.
Trump’ın tutarsız tavırları üzerine özellikle düşünmemiz gerektiğine inanmaktayım. Başından bu yana şu tabloyu gözlemliyoruz: ABD küresel hegemonyasını kaybetmemek adına Çin ile olan hesaplaşmasını yakına çekmeye çalışıyor. Ancak burada “Hangi Amerika?” sorusunu sormadan geçemiyoruz. Çünkü görüyoruz ki en büyük Siyonist yapı, ABD’nin içerisinde etkili konumda.
Trump’ın “barış” retoriği yerine “savaş” retoriğine dönüş yapması peki neyin nesidir? Bu durumu, Elon Musk’ın Trump’a elindeki “dosyalarla” yaptığı hatırlatmalardan bağımsız değerlendirmemek gerekir. Belki de işin içinde iş adamı Musk ile iş adamı Trump arasındaki çıkar ilişkisi söz konusudur. Fakat genel çerçeveden bakıldığında, konunun küresel düzeydeki büyük hesaplaşmanın yalnızca küçük bir parçası olduğunu söylemek mümkün.
Trump, savaşları sonlandırarak Çin ile olan hesaplaşmayı başlatmak ve nihayetinde Amerika’nın çıkarına olacak şekilde tamamlamak isteyen Amerika’yı temsil ediyor. Peki Trump’ın önünü kesen Amerika hangisi?
Ukrayna savaşını başlatan isim görünürde Putin değil mi? Ama Putin’in uzun zamandır dile getirdiği bir şey var: “Müdahale etmemek mümkün değildi.”
Gazze’de soykırım süreci başlatılmış durumda. İsrail, küresel Siyonizmin bölgesel karakolu niteliğinde. Tekrar altını çizerek söylüyorum: İsrail, Siyonizmin merkezi değildir. Tam tersi, bölgesel karakoludur! Bunu nereden anlıyoruz? ABD Başkanına dahi baskı yapabilen güçten.
Bu çerçevede Trump’ın meseleyi kıta düzeyinde sonlandırmak adına zaman zaman fevri çıkışlarda bulunmasının mantıklı açıklaması olduğuna inanmak mümkündür. Bu süreçte her ne kadar etkisi azalmış görünse de İngiltere’nin savaşlar zincirini destekleyen ihtirasını, söylemlerini ve yönlendirmelerini görebiliyoruz. Bu bağlamda Putin’in sürekli olarak Birleşik Krallık’ı işaret etmesinin de artık daha anlamlı bir zemine oturduğunu söyleyebiliriz.
İran hedef alındı! Ancak saldırının şekli bize şunu gösteriyor: Bu süreçte İran eliyle İsrail de yıpratılıyor. İsrail’in imajı giderek daha fazla zarar görüyor ve yalnızlaşıyor. Bu gidişat, ileride Netanyahu’nun sahneden çekilmesine zemin hazırlayabilir mi? Evet bu ihtimal dışlanamaz.
Peki İran’ın kendi içinde neler yaşanıyor? İsrail, her ne kadar etnik kimlikler üzerinden kargaşa çıkarmayı ve muhalif yapılar üzerinden rejim değişikliğini hedeflediğini ima etse de, nihayetinde kendisine teslim olacak bir yönetimle yola devam edebileceğini de ifade etmekten çekinmiyor
İran içinde ise tam aksine bir kenetlenme hâli gözlemleniyor. Rejime muhalif kesimlerin tepkilerine bakıldığında, PJAK ve Beluçlar dışında İsrail’in saldırılarında içeriden destek vermek isteyen bir yapı görünmüyor. Özellikle Beluçların hareketliliğine karşı sanırım Türkiye’nin de “olmaz” yönünde bir telkinde bulunduğu anlaşılıyor.
Öte yandan, Fars-Türk ortaklığının bu süreçte kenetlenme bağlamında daha fazla gündeme geleceği söylenebilir. Yani, rejime karşı olanlar dahi İsrail’in “parçalama” odaklı yaklaşımına pek sıcak bakmıyor gibi görünüyor.
Trump ısrarla “anlaşma” vurgusu yapıyor. Peki bu “anlaşma” uranyum zenginleştirme meselesiyle mi ilgili yoksa Çin ile yakın ilişkiler kuran İran’a, bu hattı terk etmesi yönünde yapılan bir teklifle mi alakalı?
Zaten anlatmak istediğim tam da budur: ABD, Çin ile ortak gelecek inşa etmeye çalışan İran’a, safını değiştirmesi gerektiğini söylüyor. Bu süreçte İsrail sahneye çıkıyor. Ancak Netanyahu, eline geçen bu konjonktürel fırsatı daha ileri götürmek için daha fazlasını istiyor.
Gerçi İran tarafından da hayli darbe yiyor. Yani günün sonunda İsrail, İran’dan bu kadar tokat yiyeceğini tahmin etmiyordu. İran’ın üst düzey generallerini öldürerek psikolojik üstünlük kazanırken zayıf bir direniş bekliyordu. Bunu İran’ın misillemelerinden sonraki beyanlarından anlıyoruz.
Öte yandan, İran’ın bu süreçte ciddi açıklarının olduğu ortaya çıktı. Devlet yapısındaki zaaflar, güvenlikte yaşanan aksaklıklar net biçimde gözler önüne serildi.
İran bundan sonra hangi yolu tercih edecek? Sonuçta ortada bir küresel güç paylaşım süreci bulunuyor. İran bu süreci en az hasarla atlatabilecek mi? Yönetimin nasıl bir strateji izleyeceğini zamanla göreceğiz. Ancak şimdiye kadar sergilediği tutum, ani tepkilerden çok uzun vadeli planlara dayalı bir yaklaşım benimsediğini gösteriyor.
Gelelim Trump meselesine… Gerçekten Trump savaş istiyor mu, istemiyor mu? Savaşı asıl zorlayan Trump mı yoksa ABD içerisindeki İsrail yanlısı yapı mı?
Bu konuda pek çok soru var. Trump, uzun vadeli savaşı engellemek adına Netanyahu’yu tatmin edecek sınırlı bir hamle yapmayı mı tercih etti? Bir başka deyişle bu adımı atmaya zorlandı mı? Bu soru üzerine düşünmek önemli. Çünkü bu soruya vereceğimiz cevap, dünyadaki savaşlar zincirinin arkasındaki aklın nasıl işlediğini kavramamız açısından belirleyici olacaktır.
ABD ile Çin arasındaki hesaplaşma uzadıkça bu süreç Amerika’yı zayıflatırken, Çin ve Londra hattını güçlendirir. Trump’ın İran’a yönelik kararı ise yalnız ülke içinde tartışmayı artırmakla kalmaz, aynı zamanda ABD’nin uluslararası alandaki güvenilirliğini de ciddi biçimde sarsar.
Peki bu tablo en çok kimin işine yarar? Yalnızlaştırılmaya çalışılan İran, ABD’nin bu saldırısından sonra uluslararası kamuoyundan daha fazla destek bulmaz mı?
Yaşanan son gelişmeler net çizgilerin olmadığı, tek yönlü bakışların yetersiz kaldığı karmaşık bir süreçten geçtiğimizi açıkça ortaya koyuyor. Bu dönemi doğru okuyabilmek için, ABD içindeki farklı güç odaklarını ve Trump’ı savaşa iten dinamikler ile Netanyahu ve İsrail isimli bölgedeki Siyonist karakolun nihai hedeflerini net bir şekilde anlamamız gerekiyor.
Sevil Nuriyeva’nın önceki yazıları…