Balkan ve I. Dünya Savaşlarıyla âdeta yerle bir olan, varını yoğunu kaybeden bir Türkiye manzarası ortaya çıkmıştı. İnsanımız, açlığın, yokluğun, hastalıkların pençesinde kıvranıyordu. Savaşta şehit düşmüşlerin geride kalan hanımları, yetim ve öksüzleri ayrı bir dram idi. Şimdi rahmetli olan ve o yıllarda kendisi de bu yetimlerden biri olan bir büyüğümün kendisinden dinlediğim hatırasını nakletmek istiyorum... "Babamı kaybettiğimde, 11-12 yaşlarındaydım. Köyümüzde kimim kimsem yok gibiydi. Bir başıma kalmıştım. Köyden çeşitli illere çalışmaya gidenler oluyordu. İstanbul'a daha önce çalışmaya giden bir akrabamız olduğunu biliyordum. Köyde bir işim olmadığı için, İstanbul'a gitmeye karar verdim. Binbir zorlukla İstanbul'a gelerek bir akrabamızın bekâr evine yerleştim. Evinde kaldığım bu akrabamız, bir iş hanında hamalbaşıydı. Tahsili yoktu. Ama zeki, çalışkan dürüst bir insandı. Okumaya pek hevesim olmadığından birkaç esnafın yanında çırak olarak çalıştıktan sonra sevdiğim bir meslek olan terzilikte karar kıldım. Akşamları bekâr evine dönüyordum. Bu hamal bazen başından geçen olayları ibret almam için anlatırdı. O savaş yıllarında çalıştığı iş hanının çevresine zaman zaman 'hayat kadınları' gelirmiş. O, bunlara itibar etmez, bunların peşine gidenlere de kızarmış. 'Fakirlik, yokluk ve ahlâksızlık insanları ne hallere düşürüyor?' diye de üzülürmüş. Yine bir gün bakmış, güzel bir kadın, oralarda dolaşıyor. Bir süre bakındıktan sonra, gitmeye başlamış. Bizim hamalbaşı da, şeytana uymasın mı? Peşine takıla yazmış. Biraz gittikten sonra, kadıncağız geriye dönerek demiş ki: 'Kardeşim, ben senin bildiğin kadınlardan değilim. Kocam şu anda cephede. Evde çoluk çocuğum açlıktan kıvranıyor. Buraya gelmemin sebebi, acaba çocuklarıma nafaka temin edecek bir iş bulabilir miyim düşüncesi. Birkaç yere baktım uygun bir iş bulamadım. Şimdi evime dönüyorum...' Hamalbaşı beyninden vurulmuşa dönmüş. Ne diyeceğini bilememiş. Kahrolmuş ve demiş ki: 'Şu andan itibaren benim anam bacımsın. Ne olur şu parayı al. Çocuklarına bir şeyler al da beni sevindir. Artık ne vakit ihtiyacın olursa çekinme, bana gel. Ben filan handa hamalbaşıyım...' Kadın çekinerek ve gözyaşlarını silerek hamalbaşının samimi ısrarı karşında parayı almış. Burada iç çekerek diyordu ki: 'Cephedeki bir asker eşinin durumu ve benim kötü niyetim beni o kadar sarsmıştı ki, keşke dedim, yer yarılsa da içine girsem! Yani, o kadar mahcup oldum. Bu mahcubiyetle de bir daha böyle bir şey yapmamaya tövbe ettim...' Kadın, bir daha iş hanına uğramamış. Aradan birkaç zaman geçmiş. Bir gün, subay üniformalı bir kişi ve yanında bir hanım, iş hanının önünde bakınıyormuş. Hamalbaşı bakmış ki kadın eşine kendini işaret ediyor. Hamalbaşı tedirgin olmuş. Bu arada kendine doğru gelmeye başlamışlar. Yaklaştıklarında, anlamış ki 'bu o kadın!' Ama subay başka niyetle orada: -Evladım, hanımıma yardımın için çok teşekkür ederim. Hem teşekkür, hem paranı sana iade etmek için geldim. -Kumandanım, ben bunu Allah için yaptım. Bunu o zaman yengeye de söyledim. Çok önemli bir meblağ değildi... Ama neticede subay, parayı vermiş, teşekkür ederek ayrılmışlar. Hamalbaşı hatırasının sonunda hayıflanarak diyordu ki: O gün iki defa kahroldum. Biri, gizli kalmasını istediğim bir yardımın; diğeri de, ahlâka uymayan tövbe ettiğim o yanımın tekrar ortaya çıkması idi..." Sait Yolaçan-İstanbul > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00