"Boğuluyorum anne boğuluyorum!.."

A -
A +

-Anne boğuluyorum... Sanki boğazımı içeriden sıkıyorlar. Annesi telaşlı. "Yavrum bir yudum su içsen" diyor. -Öyle değil anne... Boğuluyorum ben... Nefes alamıyorum. Öyle ki sesi de gittikçe boğuk çıkmaya başlıyor. Annenin çığlığıyla evdekiler odaya doluşuyorlar: -Amanın Mehmet'e bir şeyler oluyor. Aman oğlum ölüyor... 19 yaşındaki Mehmet'in yüzü morarmaya başlıyor. Yediği bir şeyden alerji mi oldu. Bir arı mı soktu? Ne olduğu anlaşılmıyor ama durduk yerde oğlanın boğazı sıkışmaya başlıyor. Mehmet var gücüyle çırpınıyor. Elleriyle boğazını, göğsünü tırmalıyor. Yok, işte yok, nefes alamıyor... Daha bir saat öncesine kadar en kolay iş değil miydi nefes almak. Ama işte alamıyor. Öksürmek istese olmuyor, bir şey içmeye çalışsa olmuyor. Ve bir iki dakika içinde Mehmet olduğu yere yığılıp kalıyor. Yüzü gözü mosmor... Öyle ya, bir insanın nefes almasını engellerseniz ne yapabilir ki? Ailesi, kardeşleri derken bir çığlık kopuyor evde. -Eyvah Mehmet ölüyor! -Yetişin komşular! Çığlığı duyanlar da doluşuyorlar. Ama kim ne yapabilir ki? Herkes çaresiz... Köyde ne bir vasıta var. Ne bir telefon... Ne bir sağlık ocağı... Doktor mu dediniz? İlçede bulunursa ona da şükür. 1950'li yıllar. İmkânsızlığın zirvesi. Olayın yaşandığı yer, Konya'nın Ereğli ilçesine bağlı Bulgurlu köyü. Delikanlıyı alelacele arabaya atıp hastaneye yetiştirelim deseniz köyden kasabaya tek ulaşım vasıtası at arabaları. Ama ne enteresandır ki o yıllar, insanların birbirine candan güvendiği, özünden yardımcı olduğu yıllar. Annem Nuriye Güldalı Hanım da sağlık konusunda eli uz birisi. Birçok rahatsızlığa karşı birçok tedavi bilgisi vardı. Âdeta folklorik tıp bilgisiyle mücehhezdi. Kendi kendine iğne vurur, hayvanlara veterinerlik yapardı. Bir akil kadındı annem. Delikanlı Mehmet, boğazı tıkanmış ölmek üzereyken annemin de haberi oluyor. Geçmiş gün tam hatırlamıyorum. Annem ya olayın üzerine geliyor, tesadüfen orada bulunuyor. Ya da annemi çağırıyorlar. Rahmetli anneciğim bir bakıyor ki oğlanın gözleri dışarı fırlamış, eli yüzü morarmış. "Çekilin açılın rahat bırakın" diyor hemen. Sonra da bir doktor edasıyla, ne yapacağını çok iyi bilmenin verdiği güvenle hemen orada bulunanlara emirler yağdırıyor: -Bana çok keskin bir bıçak yetiştirin hemen... Birileri de kamış bulsun. Şeker kamışı çubuğu. Çabuk!.. Herkes şaşkın!.. Ama ölmek üzere oğlanın başında herkesin eli kolu bağlı iken Nuriye Hanım kendinden emin. İstenilen şeylerin köylük yerde bulunması da çok zor değil. Zaten güzel olan yanı da bu ya... Kadıncağızın tedavi yöntemleri köydeki imkânlarla orantılı... Hemen bıçak getiriliyor. Kamış getiriliyor. Annem hiç telaşlanmadan ve ne yapacağını gayet iyi bilen bir şekilde, kamışı kalem açar gibi yontup keskinleştiriyor. Sonra da delikanlının boğazında, gırtlağın hemen alt kısmındaki boşluktan içeri bir cerrah ustalığıyla saplıyor. Herkes şaşkın hepsinin yüreği ağzında... Ve o anda kamıştan içeri hava çekmeye başlayan Mehmet, hırıltılı şekilde nefes almaya ve rahatlamaya başlıyor. Acil müdahale yapıldıktan sonra, yine hiç telaşlanmadan kamışın etrafını, kanamayı mümkün mertebe önleyecek derecede bir şeylerle sarıyor. Sabitleştiriyor. Ve diyor ki: -Bu hali hiç bozmadan doğruca kasabaya... Hadi Allah şifalar versin. Hasta o halde Ereğli'ye getirildiğinde muayene eden doktor da çok şaşırmış: "Bravo" demiş. "İlk yardım zaten yapılmış. Ama bunu tedavi edebilecek imkân burada yok." Hastayı Konya'ya sevk etmişler. Mehmet hayata geri dönmüş. İjlal Maraş-İstanbul > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.