-Beni istemişsiniz Sayın Genel Müdürüm. -Evet, pazartesi günü seni önemli bir görüşmeye götüreceğim. Kılık kıyafetini ona göre ayarla. Sürprizleri seven bir yapısı vardı. Daha doğrusu onun içten pazarlıklı halini biz öyle zannediyorduk. Şaşırmıştım. Şimdiye kadar hiçbir işimize "teşekkür ederim" dememiş bir insandı. Hiçbir görüşmesinde bulunmazdık. Önemli dediği bir görüşmeye, beni götürmesinde mutlaka bir hesabı vardı ama ne? Cuma akşamıydı. Bulunduğumuz ajanstan ayrılıp vapura doğru ilerlerken yine de bir ümit ışığı yanmıştı yüreğimde. Adam yerine konmak insanın doğasında vardı. İnşallah bu defa bizim kendimizi ispat etmemize yol açardı. Pazartesi günü mesaiye gelirken kendimce kendime çekidüzen vermiştim. Kendimden çok müdürümü düşünüyordum. Beni önemli bir görüşmeye götürecekse benden dolayı mahcup olmamalıydı. Öğleye doğru odasına çağırdı: -Hazırlan, on dakikaya çıkıyoruz, dedi. Ben zaten sabahtan beri hazırdım. Her geçen dakika heyecanım da artıyordu. Nihayet Cağaloğlu'ndan hareket ettik. İstikametimiz de anlaşıldı. Taksim'de TRT İstanbul Radyosuydu. Ne enteresandır ki, ben mütevazılığım ve bulunduğu makama saygım sebebiyle tek kelime sormuyordum. O da tek kelimeyle beni bilgilendirme ihtiyacı hissetmiyordu... Radyoda bir şahısla özel ziyaret şeklinde görüşecektik. Bunu da nereden mi anladım? Müdürüm, kapıdaki görevliye "A. Ç. Beyle görüşmek istiyoruz" diye söylemişti. Kartlarımız verildi, gideceğimiz istikamet tarif edildi. Müdürüm önde ben bir adım geride merdivenlerden çıkmaya başladık. Görüşmeye gittiğimiz beyefendi, radyoculukta önemli tecrübeye sahip biriydi. Ayrıca özel ekibiyle mesai haricinde stüdyo çalışmalarında da bulunuyordu. Randevulu olduğumuz belliydi. Bizi odasında karşıladı. Rutin olarak el sıkıştık. Müdürüm ile önceden samimiyetleri olduğu anlaşılıyordu. Hal hatır sordular. Birkaç dakika sonra da yemeğe geçtik. Ama enteresan bir şey vardı. Hoş beş türü muhabbet sürüp gidiyor, önemli olduğu söylenen görüşmeye bir türlü geçilmiyordu. Konu mankeni olsam ona da razıydım. Benim bu ikili muhabbetin arasında olmamın ne manası vardı, henüz anlamış değildim. Ama müdürüm gel dediğine göre vardı bir hikmeti!.. İş ahlâkımız bize böyle davranmamızı emrediyordu: Yemek sonuna kadar kendi aralarında sıradan muhabbet ettiler. El sıkışıp ayrılacak hale gelmiştik. Nihayet müdürüm sadede gelmişti işte. Beni göstererek dedi ki: -Çok iyi bir edebiyatçıdır. Senaryoları, deneme yazıları vb. vardır, demeye başladı. Ben tanıtılmaya alışık olmadığım bir mahcubiyet yaşarken, adamcağız kibar bir şekilde bana yöneldi. -A ne güzel memnun oldum, dedi. Müdürüm beni de şaşırtan bir abartıyla beni anlatmaya, olan olmayan marifetlerimi saymaya devam ediyordu. Utancımdan kızardığımı hissediyordum. Onu yalan da çıkartamazdım. Belki bu konuşmayı taktik gereği söylüyordu. Çünkü çok içten pazarlıklıydı. Neyi niçin söylediğini veya yaptığını sonuna kadar anlayamazdınız. Beni şöyle esaslı bir takdimden sonra dedi ki: -Bundan sonra bize yapacağınız işlerde, senaryodan, stüdyodaki seslendirmeye, dublaja kadar her aşamada muhatabınız bu olacak. Adamcağızın bana bakışı elbette değişmişti. Yine kendisine yakışır bir nezaketle "Yeni patronumuz yani!" dedi. -Evet, öyle de diyebiliriz. Tekrar görüşmek üzere diyerek vedalaştık... Ajansa dönüşte bu kez müdürüm beni yeni görevime formatlıyordu: -Bu adamlar piyasanın kurdudur. Onlara karşı dikkatli ol. Kendini işveren olarak hissettir. O konuda pek tecrübem olmamasına rağmen omzuma zor bir sorumluluk yüklendiğinin farkındaydım. Dedim ki kendi kendime: "Bu görevi ya başaracak, ya başaracaksın. Hem kendini hem müdürünü bu insanlara karşı mahcup etmeyeceksin!" Ben böyle düşünüyordum. Peki, müdürüm benim için ne kadar samimi düşünüyordu? (Devamı yarın) Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00