Özge'nin ablası olan yengem, kız kardeşinin başına gelenlerden habersiz villanın ziline basmış. Artık asansörde kendinden geçmek üzere olan Özge, kapı zilinin sesiyle yeniden toparlanmış var gücüyle bir kere daha bağırmış: -İmdaaat!.. Kurtarın imdaaat!.. Yengem dışarıdan sesini duymamış tabii ki. Ama birkaç defa zile basıp cevap alamayınca "evde yok" diyerek çekip gitmemiş. Villanın etrafını dolanmış. Demir muhafazalı pencerelerden birinin açık olduğunu görmüş. Yaklaşıp içeri seslenmiş: -Özge kardeşim! Evde misin? En ufak bir sese dikkat kesilen Özge, ablasının sesini duyunca yeniden ümitlenmiş. Var gücüyle tekrar bağırmış: "Abla!.. Ablacığım, asansörde mahsur kaldım. Buradayım. Kurtarın beni!.." Yengem hemen kendi kocasına haber vermiş. Sonra da Özge'nin kocasına bir şekilde haber ulaştırılmış. Bir koşuşturma, bir heyecan başlamış. Alelacele gelmişler ve Özge'yi mahsur kaldığı asansörden kurtarmışlar. Zavallı Profesör Özge, korku ve panik içinde kurtarılmayı beklemiş. Kurtarıldıktan sonra rahatlayacağı yerde stres sebebiyle olsa gerek sinir krizine girmiş. Uzun süre ağlamaya başlamış. Hem yengem, hem eşi sürekli telkinlerle biraz sakinleştirmişler... Bu akla gelmeyen ev kazasının üzerinden bir ay geçiyor. Özge, işe giderken aniden arabada fenalaşıyor. Hemen çalıştığı hastaneye kaldırıyorlar. Kocasına da durumu haber veriyorlar. Tabii onun gelmesini bile bekleyemeden anjiyo yapıyorlar. Yengem de durumu öğrenir öğrenmez yine kardeşinin yanına hastaneye koşuyor. Bakıyor ki kardeşi Özge, bitkin vaziyette bembeyaz çarşafların içerisinde yatıyor. Yanı başına oturup ellerini avuçlarına alan yengeme olanca samimiyetiyle: "Ah ablacığım" demiş, fersizce "Mutluluğu ben nerelerde aramışım. Kariyer, lüks hayat, yurt dışı geziler, konferanslar, kongreler; alkışlanmak... Mutluluk bu zannedenlerin ne kadar yanıldıklarını şimdi çok daha net anlıyorum. Bunlar beni mutlu etmek yerine çok yıprattı... Evlendim, çocuk sahibi oldum. Ama o sıcak aile sevgisi ve mutluluğunu yaşayamadım; çocuğuma yaşatamadım. Oysa benim çocukluğum nasıl mutlu geçmişti. Kalabalık ailemiz, sevgi dolu ana babamız bizi nasıl da mutlu ediyorlardı. Onlar okumamışlardı. Bizi okutmak istediler. Daha da mutlu olmamızı istediler..." Gözlerinden yaşlar süzülen ablasının elini sıkmış: "Ablacığım, biz o zaman daha mutluyduk. Çünkü o zaman daha çok sevgi, saygı ve mutluluk vardı. Kanaatkârlık vardı. Küçük şeylerle pekâlâ mutlu olunabiliyordu. Para henüz her şeyin önüne geçmemişti. Bilsen şu an o günleri nasıl özlüyorum..." Yengem, o gün bunları anlattığında ben de salondaki diğer hanımlar gibi çok duygulanmıştım. Allah'ım Özge'nin hayallerinin gerçekleşmiş olduğunda ona ne kadar özenmiş, ne çok imrenmiştim. Şu anda görünen o ki hiçbir şey baki değilmiş. Onu şanslı zannetmiştim. Meğer onun anlattığına bakılırsa asıl şanslı benmişim. Sevmeyi, vermeyi, faydalı olmayı ben de okuyup öğrenmiştim ama kendi imkânlarımla. Benim diplomam olmamıştı. Ama çocuklarıma hem öğretmenlik hem hekimlik, hem annelik hem dadılık yapmaktan geri durmamıştım. Onlara bu hizmeti verebilmek için hizmetçilik de yapmıştım, hastabakıcılık da. Öyle ahım şahım çok para kazanamamıştım. Hâlâ da kirada oturuyorum. Ama bu süreçte sevgi kazanmış, sağlık kazanmıştım. Hem mutlu olmuş, hem mutlu etmiştim. Ölümden sonraki hayata inanmış oraya da elimden geldiğince hazırlanmıştım. "Allah'ım, verdiğin nimetlere çok şükrediyorum. Bu nimetlerin şükrünü yapamamaktan korkuyorum. Bu huzur ve mutluluk nimetinin bütün kullarına nasip olmasını, herkesin huzurlu ve mutlu olmasını diliyorum." Rumuz: "Kariyer"-Ankara