"Niye bu kadar mutsuzsun sen?"

A -
A +

Ablamın kızını istemeye gelmişler, benim de ismimi vererek demişler ki: -Kardeşiniz Sabri bizim beyin öğrencilerindenmiş. Dolayısıyla bizi ona sorabilirsiniz. Ablamlar da madem Sabri biliyor, bir soralım demişler. Böylece konuyu bana açtılar: Meğer yeğenim Gülazer'i liseden hocam Fuat Beyin oğluna istemeye gelmişler. Bir tarafta güzeller güzeli yeğenim, diğer tarafta hocam Fuat Bey. Fuat Hoca ki okulumuzda bir efsaneydi... Fuat öğretmeni okulda sevmeyen yoktu. Bize gerçek anlamda hem öğretmen, hem arkadaş, hem gerektiğinde babalık yapabilen muhterem bir insandı. Tabii aradan yıllar geçmişti. Fuat Hoca İstanbul'a tayin olmuş, çoktan emekli bile olmuştu. Ablamlar da İstanbul'da oturuyordu. Nasip işte nereden nereye... Bir vesileyle ablamın kızına dünür gelmişlerdi. Ablama dedim ki: -Abla hiç tereddüt etmenize gerek yok. Fuat Hoca gerçekten çok muhterem bir insandır. Bizim olgunlaşmamızda, vatanını milletini seven insanlar olmamızda Fuat Hocanın çok emeği var. Yeğenim böyle bir insanın gelini olmayıp da kimin gelini olacak? Ben bu kararlılıkta Fuat Hocanın oğluna bir bakıma kefil olunca ablamlar da hiç araştırmaya gerek duymadan kızlarını bu aileye gelin vermeye razı olmuşlardı. Ama enteresan bir şey işte... Ne benim aklıma gelmişti ne de ablam sormuştu: -Fuat Hoca iyi olabilir ama oğlu da babası gibi iyi midir? Doğrusu bu da araştırılması gereken bir gerçekti. Fakat biz öğrencilerine bile yıllar boyu unutamayacakları derecede rehberlik eden böyle bir öğretmen kim bilir kendi çocuğunu nasıl yetiştirmişti? Kim bilir oğlu ne kadar eğitimliydi? Ne kadar tertipli düzenliydi? Ne kadar entelektüel biriydi. Neyse kısmette nikâhlanmak varmış. Ablamlar kızları Gülazer'i Fuat Beyin oğlu Cemil ile evlendirmişlerdi. Doğrusu düğünlerinde de olamamıştım. Ama görenler damadın çok efendi biri olduğunu, ağzı var dili yok bir genç olduğunu söylüyordu. Yanılmamıştım... Fuat Hoca'nın oğlu da babasına layık bir genç olmalıydı... Derken aradan epey bir zaman geçti. İstanbul'a yolum düşmüştü. Dedim, hem damadımız ve yeğenimizi ziyaret ederim. Hem onların vesilesiyle eski hocam Fuat Bey ile görüşürüm... Gerçekten de yeğenimin adresini öğrenip evlerine misafir oldum. Gülazer beni karşısında görünce bir tuhaf oldu. Her gördüğünde boynuma boğazıma sarılan yeğenim gerçi saygıda yine kusur etmemişti ama boynuma boğazıma da sarılmamıştı. Bu işte bir gariplik vardı. Yeğenim sanki huzursuz, sanki mutsuz gibiydi... Hiç lafı eveleyip gevelemeden sordum: -Yeğenim seni üzgün gördüm. Bir sıkıntın mı var? -Yok dayı... Sağ ol hiçbir sıkıntım yok... -Bak bir sıkıntın var da bizden saklıyorsan darılırım. Biliyorsun bu evliliğe ben sebep oldum. Yeğenimin öyle bir bakışı vardı ki anlatamam... Sanki "Olmaz olaydın!" der gibiydi... İçim cız etti... Yüreğime ateş düştü... Allah'ım bu evlilikte ciddi bir sıkıntı vardı... Ama ne? Dedim ki: -Bak yeğenim, bilmeden bir hata mı ettik? Yoksa kocanın bilmediğimiz bir olumsuzluğu mu var? Sana karşı kaba mı davranıyor? Göynümüş olan yeğenim ağlamamak için kendini zor tutarak iç geçirdi... Ama yine de kol kırılır yen içinde dercesine sırrını söylemedi. -Boş ver dayı... Yok, bir şeyim... "Tamam da öyleyse niye bu kadar mutsuz bu kız?" Beni aldı bir merak... Bu evliliğe ben kefil olmuştum... Öyleyse bu kızcağızın niçin böyle mutsuz olduğunu da öğrenmem lazımdı... Derken akşam olmuş, damat bey de gelmişti... Onunla ilk defa karşılaşıyorduk. Ben onun damat olduğunu anlamıştım ama o benim kim olduğumu henüz bilmiyordu. (Devamı yarın) Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.