Bugün sizlere çok sevdiğim, kendisine çok hürmet duyduğum, hele o kendine has üslubuyla, dinleyenleri mest eden konuşmalarına bayıldığım değerli ağabeyim Aydoğan Ünal beyefendinin bir hatırasını sunacağım... "Siz hiç gönlü gezdirmeyi bilir misiniz? Hani bazen gözleriniz dalar gider bir noktaya... Ya da ne bileyim, başınızı yastığa koyarsınız da bir türlü uyku girmez gözlerinize... İşte o andan itibaren aklınızdan neler geçer neler... Hah işte gönlünüzü gezdirmeye başlardınız işte... Ben de bir akşam şöyle gönlümü gezdirmeye çıkardım... Ne para istiyor ne pul istiyor... Şöyle dolandırıyor gördüğün gezdiğin yerleri... Çocukluktan itibaren, "Nerden geldik, neler gördük, nerelerde okuduk" derken talebelik hatıralarıma kadar uzandım. Ah o ortaokula kayd olduğum yıllar ah... Hiç unutur muyum canım anacığım seni... Biz Erzincanlıyız. Erzincan''da 1953''lü seneler... İlkokulu bitirdik ama köylerin hiçbirinde ortaokul yok. Annem ise biricik evladını okutmak için çırpınıyor. Onun gece gündüz tek dileği tek derdi benim okumam... Erzincan''a benimle birlikte geldi annem. O zaman asfalt yoktu şehirde... Bir ortaokula kaydolacağız... Kayıt için lazım olan evrak listesini tutuşturdular elimize. İşte altı zarf, altı fotoğraf, altı pul, muhtardan ilmuhaber vs isteniyor... Bunları hazırlayacaksınız... Anam... O garip, o çaresiz, o bilgisiz haliyle çırpınıyor... Gittik fotoğraf çektirdik. Zarfları aldık. Evrakı toparladık... Bir pul kalmıştı. O da okul yolu üzerinde bulunan pulcu Süleyman efendide vardı. Ondan da pulları aldık. Yapıştırdık zarfa. Geldik kaydolmaya. Annem de yanımda. Evrakı teslim ettik. Bir de baktık muavin şöyle durdu. Bir bana baktı, bir zarflara baktı. Bir anneme baktı. Sonra attı zarfları üzerimize. "Ne oluyor?" dememize kalmadan ilave etti: -Bunlar olur mu? Posta pulu lazım posta pulu! Eyvaah! Biz ne bilelim? Bize pul dediler. Biz de orda pulcuyu da görünce pul aldık yapıştırdık. Meğer aldığımız pullar damga puluymuş. Dikkatli adammış müdür muavini. Yoksa alır koyardı bir kenara. Ama öyle yapmadı. Fark etti ve zarfları attı üstümüze... Ne yapacağız? Sorduk posta pulu nerden alınır diye. Öğrendik ki postaneden alınıyormuş. Gittik pulları alıp getirdik. Kaydı yaptırabiliriz artık. Ancak üç tane sınıf var. 1-A, 1-B, 1-C... 1-A, Almlanca, 1-B Fransızca , 1-C İngilizce eğitim görecek. Bizi 1- B''ye yazdılar. Okul başladığında sınıflara baktım ki, en seçilmiş öğrenciler, İngilizce sınıfında. Biraz durumu idare edenler Fransızca sınıfında, iyice dağ köylerinden gelen kimsesizler Almanca sınıfındalar. Çocuk halimle böyle bir kıyas yapınca durumu anneme söyledim: -Anne ya, bu İngilizce sınıfında okuyanlar daha iyi. Herhalde bu İngilizce daha iyi mi ne? Annem de beni kıramadı. Gittik başmuavine. Annem, ezile, utana sıkıla. "Hocam" dedi, "İşte bizim çocuk C sınıfına gitsin İngilizce okusun" Böyle deyince baş muavin kızdı: -Ne anlarsınız siz İngilizceden? Ne karışırsınız işimize? Ne bilirsiniz? Annem öyle mahzun oldu, öyle hacil oldu, öyle boynunu büktü ki hiç unutamam... Çıktık ordan. Artık Fransızca okuyacaktık. Sabretmekten başka çözüm mü var? Liseye kadar Fransızca okudum. Ama çok da iyi okudum. Hatta, 10 numara ile mezun oldum. Ziraat Fakültesini kazanınca kütüphaneye gittiğimde baktım ki, İngilizceyi de anlayabilecek durumdayım. Fransızcamın çok kuvvetli olması sebebiyle, İngilizceyi de anlamaya başladığımı fark ettim. Öyle bir sevindim ki, o sevinçle İngilizce de öğrenmeye başladım. Çok kısa zamanda İngilizcem de mükemmel oldu. Baktım ki, Fransızcası iyi olunca İngilizceyi öğremek çok daha kolay oluyor. Dedim ki, "İyi ki o sene öğretmen bizi Fransızca sınıftan almamış." Aradan yıllar geçti... Askerlik bitip de Erzincan''a mühendis olarak geldiğimde, bir ortaokulda İngilizce öğretmen açığı olduğunu söylediklerinde, "Hay hay, öğretmen hazır!" dedim. İngilizce ders vermeye gittiğim okul, yıllar önce Fransızca eğitim gördüğüm okuldu. Şöyle sınıflara girerken yıllar bir film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden... "İşte şurada pulları suratımıza atmıştı muavin bey... Şu odada annem yalvarmıştı muavin beye... Azarı burada işitmiştik" diye. Dedim ki, "Allahım sana şükürler olsun. Eğer ben iyi bir Fransızca öğrenmeseydim, İngilizce de öğrenemeyecektim, dolayısıyla bu okula öğretmen olarak da gelemeyecektim belki." Sonra çok kimseye de İngilizce öğrettim. En güzeli de Fransızca bilenlerin İngilizceyi daha çabuk öğrendiğini görmem oldu. Demek ki insanın bazen sabretmesi lazım. Neyin hayırlı olacağını bilemiyoruz...

