“Ben de dâhil bir grup öğrenci, ilk kez okula gitmenin heyecanıyla sıraya geçtik.”
Yetiştirme yurdunda idarecilerimiz her dönem yeni kayıt olan kişilerin listesini yurt binasına yakın okul yönetimine verirdi…
Bu sefer de öyle olacaktı. Bu sefer okula gidenlerin arasında ben de olacaktım. Öğretmenimiz bizi bir asker edasıyla hizaya soktu. Gözüyle saydı… Okula hareket ettik. Yurt binasının önünden minik öğrenciler değil de minik askerler gibi ellerimiz öndekilerin omzunda olduğu hâlde, ayaklarımız aynı tempoda sokağa doğru süzüldük. Hiç disiplini bozmadığımız hâlde arada bir “yaramazlık yapan var mı?” diye geriye dönüp bakıyordu öğretmenimiz.
Ben geçirdiğim çocuk felcinin ilk zorluklarını burada hissedecektim… Çünkü sol ayağım aksıyordu… Aksayan ayağımla, tempoya ayak uydurmakta zorlanıyordum.
Okula gittiğimizde, yeni bir dünya ile tanıştık. Bizim gibi okula gelen ama bizim gibi yurtlu olmayan öğrenciler… Onlar evlerinden geliyordu. Her biri ne kadar mutluydu. İki kardeş oldukları anlaşılıyordu. Aralarında konuşuyor, şakalaşıyorlardı. Bir ellerinde okul çantaları diğer ellerinde beslenme çantaları vardı. Okul önlükleri ütülenmişti. Cici cici yakalık takmışlardı. Onlara bakmaktan bir süre kendimi alamadım. Ve içim cız ederken düşündüm: “Çünkü onların annesi vardı.”
Kimseye, öğretmenime ve hatta en yakın yurt arkadaşıma bile diyemesem de annesizliğim her özendiğim şeyde gelip karşıma çıkıyordu. Onların yüzündeki mutluluk benim o zamana kadar hiç yaşamadığım bir şeydi. O kadar ki onlara âdeta cam bir fanustan bakıyor gibiydim.
Öğretmenimizin “dur” komutu beni duygularımdan sıyırdı. “Dur” komutuyla hepimiz aynı anda durduk. Okulun önüne gelmiştik.
Öğretmenimiz başıyla bizi tekrar kontrol etti. Sayımızda bir problem yoktu.
O esnada ben yeniden o iki kardeşe baktım. Onlara komut veren yoktu. Onlar koşarak okulun avlusuna dalıvermişti…
Öğretmenin “marş” komutuyla tek sıra hâlinde askerî bir disiplin içinde nizami bir şekilde içeri süzüldük. Ama biz sıra hâlinde bahçeye girerken bu hâlimiz herkesin dikkatini çekmiş ve bütün bakışları üzerimize toplamaya yetmişti.
Diğer öğrencilerin velileri bu bir grup uygun adım gelen minik öğrencilere yani bize tuhaf tuhaf bakıyordu. Bu bakışları üzerimizde hissediyorduk. Aralarında geçen konuşmalar minik yüreklerimizi daha bir dağlıyordu. O annelerin kendi aralarında bizim hakkımızda yaptığı konuşmaları işitince yüreğimin parçalandığını, insanlar arasında ayırımcılık yapıldığını ilk orada anlayacaktım...
"Yetimhane anılarım"
Ünal Bolat'ın önceki yazıları...