İlk bakışta kulağa çok hoş gelen bir söz. Lakin her rastladığını, gördüğünü, satın aldığını veya kendisine hediye edilen her kitabı, hiç süzmeden okuyan taze bir dimağ düşünün. Menfi veya müspet müteessir olmamaları neredeyse mümkün değildir. Kitabın muhtevasına istinaden belki de “müteessir” olmaktan daha fazla “esir” bile olabilirler.
Yaşına, seviyesine uygun olmayan yayınlarla karşılaşan çocuklar bu defa dimağından büyük fikir veya kelimelerin esaretine girebilir ve hiç beklemediğimiz, arzu etmediğimiz hâle gelebilir. Bu hâl ise bir anne babanın yaşayacağı en büyük imtihanlardan biridir. Huyu değişenler, isyan edenler, ebeveynlerine karşı gelenleri hep duyarız. Bunun yanında birçok sefahat haberlerinden de maalesef haberdarız. Şekil almaya müsait yaşlardaki çocuklarımız için en büyük tehlikelerden biridir bu mevzu. Üzerinde hassasiyetle durulacak, harekete geçilip yine durulacak bir görevdir bu mevzu. Vakit kaybı olarak görülmeden, bıkmadan, usanmadan sayfalar dolusu iyi kitap listeleri hazırlamaya değecek bir yolculuktur bu mevzu. Yaşlarına, anlayışlarına, ilgi alanlarına uygun gün gün ve tek tek kitap sırası tespit edilecek kadar bâkidir bu mevzu.
Biz eğitimciler ve siz ebeveynler tarafından temiz kalpli ve berrak ruhlu çocuklarımıza bu konuda iyilik yapmalıdır. Zira onlar bizim istenilen şekilde yönlendirebildiğimiz kutlu emanetlerdir. Başta kendi inanç ve kültürümüz olmak üzere; gelmiş geçmiş tüm inanç sistemlerinde ve kültürlerinde emanete sahip çıkmak öğütlenmiş, emanete ihanet eden de kötülenmiştir.
Yapılacak büyük iyiliklerden birisi onlara iyi arkadaş olabilecek iyi kitap okutmak, yaşına ve seviyesine uygun kaynaklardan beslenmesini sağlamaktır.
Okuma temellerini iyi kitapların arkadaşlığı ile atabilen çocuklarımız gerekli olgunluk seviyesine geldiklerinde zaten kötü kitapları algılayabilen, tespit edebilen bir hâle geleceklerdir.
Kitap en iyi arkadaştır… Lakin. Daha ve en doğrusu: İyi kitap iyi arkadaştır…
Ayhan Özbek/Eğitimci-Yazar
Ey Arş'a esen melekler,
Sessizce çırpmayın kanadınızı
Zalimin sesini bastıracak,
Karıncayı üzmeyecek kadar bağırın.
Ey Arş'a esen melekler,
Zalimin kulaklarını patlatacak,
Müminin göğsünü kabartacak kadar,
Hakkın emriyle sura üfleyin
Beni bana gömün beni,
Aşka düşen laleye atın kini,
Gözyaşlarında yaşayın şeni,
İçinizdeki çocukla yaşayın beni.
Gülümseyen gönüle tutun ahı,
Gülü alıp dikenini batıran hayatı,
Ben değil kimimle bilin canı,
Gönüle batan dikene tutmayın ahı
Talha Yaşar
İSRAF KÜLTÜRÜ MÜ? Bizde her şeyin bir bahanesi var. Sofraya kırk çeşit yemek koyarız, adına “misafirperverlik” deriz. Üç gün yenecek yemeği üç saatte tüketiriz, “gelenek” diye sahipleniriz. Üç aylık telefonu değiştiririz “çağa ayak uydurmak” sanırız. Sonra da dönüp “Bizim kültürümüzde var” deriz. Sanki övünülecek bir mirasmış gibi. Oysa kültür değer üretir, israf değer tüketir. Kültür biriktirir, israf çarçur eder. Kültür yaşatır, israf öldürür. Çöpe giden ekmeğin, boşa yanan elektriğin, hiç giyilmeden atılan kıyafetin adı kültür değildir. Bu olsa olsa, vicdanın körleşmiş hâlidir. Asıl ironik olan da şu: İsrafı kanıksayan toplumun, bir yandan “tasarruf edin” nutukları atmasıdır. Hangi tasarruf? Hayır, israf kültür değildir. Kültürün içine sızmış bir parazittir! Ve parazit büyüdükçe kültürü kemirir. O yüzden israfı “kültür” diye süslemeyi bırakalım. Çünkü kültür, var olanı israf etmek değil; olanı kıymetli kılmaktır. [Mehmet Alver-Fatsa]
Yetenekli Kalemler'de önceki yazılar...