Oyunculuğun bakırcılıktan bir farkı yok! Aktör Ali Nuri Türkoğlu ile bayram sohbeti

Tanınmış oyuncu Ali Nuri Türkoğlu “Oyunculuğa -haşa- bir Yunan tanrısı misyonu yüklemek doğru değil! Aktörlük nihayetinde bakırcılık gibi öğrenilebilen bir meslek. Eğer bir ‘yazan’ olmasaydı biz de üzerine bir şey koyamazdık!” diyor.
MURAT ÖZTEKİN - Ali Nuri Türkoğlu dizi ve filmlerin vazgeçilmez “kötü” ve “hainlerinden” biri… Ancak gündelik hayatta doğruluk savaşçısı âdeta! Emanuel Karasu ve son olarak Şehzade Orhan karakterlerini canlandıran Türkoğlu, politik ve sosyal meselelere kafa yoruyor; konuşup tartışıyor.
Dolayısıyla onu yakından tanıyan seyirci, sokakta görünce Erol Taş gibi sert sert bakmıyor! Kendisiyle sohbet için bir araya geldiğimiz Türkoğlu, insanların “Dizideki karakterinden nefret ediyoruz ama seni çok seviyoruz, gel bir çay ısmarlayayım” dediklerini ve daha birçok şeyi anlatıyor.
Buyurun bayram sohbetimize…
ANNE SAĞCI, BABA SOLCUYDU
Oyunculuğunuz kadar sosyal ve politik yönlerinizle de öne çıkıyorsunuz. Kendinizi bir “aktivist” olarak tanımlar mısınız?
Aslında düne kadar babası solcu, annesi sağcı bir ailede yetiştim. Türkiye’deki bölünmüşlüğü, çok erkenden ailemde yaşadım. Fakat bu ülkedeki siyasi çalkantılarda bir kesim gadre uğrarken olan bitenden uzak kaldım. O zamanlar bulunduğum çevre itibarıyla da bir şeyler yapamadım. Bir hayıflanmadan kaynaklansa gerek, son on beş senedir sosyal olaylarla daha yakından alakalıyım.
Ama oyunculardan çok aktivist ve entelektüel olması değil, yazılanları oynaması beklenir. Peki, bu noktada aktörlük sizin hayatınızda nerede duruyor?
Oyunculuğa -haşa- bir Yunan tanrısı misyonu yüklemek doğru değil! Aktörlük nihayetinde bakırcılık gibi öğrenilebilen bir meslek. Aman aman bir ehemmiyeti yok. Eğer bir “yazan” olmasaydı, biz de üzerine bir şey koyamazdık! Ancak yine de oyuncu olduğum için kendimi şanslı hissediyorum; bu benim için bir açardır. Zira yaptığım işle sözümün yükseldiğinin farkındayım. Bunu oyunculukla elde ettim.
Enteresandır oyunculukta Emanuel Karasu, Şehzade Orhan gibi kötü karakterlerle eşleştiniz. Rolleriniz üzerinize yapıştı mı?
Bu işe tiyatroda komedi yaparak başladım. Aslında insanları güldürme niyetiyle yola çıkmıştım. Ancak daha sonra içi dolu mizah çok üretilemediği için uzun yıllardır komedi işlerinde oynayamadım. Son on beş senedir insanları hüzünlendiren dramlarda yer alıyorum ve daha ziyade kötü karakterleri oynuyorum. Galiba sert yüz çizgilerim var. Yapımcılar da biraz işin kolayına kaçıp benzer rolleri teklif ediyorlar.
KÖTÜYÜ OYNAMAK ZEVKLİDİR
Peki, kötü adam rollerine bürünmek dezavantajlı mı?
Kötüyü oynamak Hollywood’da da birçok aktörün ağzının suyunu akıtan bir şeydir. Çünkü kötü olmak çok zevklidir. Çizgileri olan iyilerin aksine, kötüden her şey bekleyebildiğiniz için size esneklik tanır. Doğrusu kötü rollerden ben de çok keyif alıyorum. Zaten ben işimden keyif almazsam seyirci de almaz. Öte yandan işler Yeşilçam’daki gibi değil. Seyirciler artık sosyal medya aracılığıyla her şeyi çok güzel ayırt ediyor. Seyirciler bana “Hain Orhan’dan nefret ediyoruz ama seni çok seviyoruz, gel bir çay ısmarlayayım” diyorlar. (Gülüyor)
Son zamanlarda tarih dizilerinde rol aldınız. Bu sahada ciddi çabalar var ve yurt dışında başarı yakalıyorlar. Ancak tarih dizilerine tenkitler de yapılıyor. Mesela Semih Kaplanoğlu hamasetin aşırıya kaçabildiği bu dizilerde “bir ruh eksikliği olduğunu” söylemişti. Rol aldığınız dizilere dair yapılan bu eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Semih Hoca’nın tenkitlerinin başımızın üzerinde yeri var. Dizilerin süresi çok uzun. Bizim senarist ve yönetmenlerimiz insanüstü bir çaba sarf ediyorlar. Dolayısıyla böyle uzun işlerde kazalar mümkün; ruhu da kaybedebilirsiniz, dengeyi de...
İNŞALLAH BU SON ACILI BAYRAMIMIZ OLUR
Bir Kurban Bayramı’nın daha iklimi içerisindeyiz. Bayramlar sizin için ne mana ifade ediyor?
Filistin’de insanlar ağlarken son bayramlarda çocuk coşkusu aklımıza çok fazla gelemiyor. Umarım bunlar son acılı bayramımız olur. İnşallah bir gün bu zulüm biter, suçlular cezalarını yeryüzünde de bulurlar! Biz de Kudüs’te bu insanlarla hep beraber bayram kutlarız.
Her şeye rağmen bayramlar bir neşe ve sürur vesilesi değil mi?
Elbette öyle. Bayramlar müthiş bir hediye. Çocukken belki idrak edemezdik ama yaş ilerledikçe kıymetini daha iyi anlıyoruz. Çünkü bu özel günlerin öyle bir birleştirici gücü var ki hiç umurunda olmayan birine bile bayram mesajı atmanız yüzünü güldürüyor.
Bayramlar asrısaadetten beri kutlanıyor ama Osmanlının başka taraflarıyla güzelleşmiş bir bayram anlayışımız var. Osmanlının payitaht kültüründe bayramlar, gayrimüslimlerin de saygı gösterdiği bir şeymiş. Ben de mendile sarılmış harçlık veren gayrimüslimleri görmüşümdür.
OSMANLI MACUNU, HOROZ ŞEKERİ, MANTAR TABANCASI...
Peki, sizin çocukluk Kurban Bayramlarınız nasıldı?
Ben orta hâlli bir ailede dünyaya geldim. İstanbul’un Üsküdar semtinde büyüdüm. Bayramlıkları ya Sümerbank’tan alır ya da Mahmutpaşa’ya ucuz bir şeyler bulmaya giderdik. Osmanlı macunlu, horoz şekerli ve mantar tabancalı bayramlar geçirirdik… Dolayısıyla eski bayramlar şenlikliydi. Kurban Bayramları ise daha farklıydı.
Nasıldı?
Apartmanda doğdum ama o yıllarda hâlâ bahçeli evlerde kurban kesme imkânımız vardı. Evvela kurbanlıkla bağ kurma kurmak sonra vazgeçmek bize nakşedilirdi. Hiç öyle “Aman, travma!” diyecek seküler psikologlarımız da yoktu!
Siz aynı zamanda sanatçı Nadide Sultan’ın ağabeyisiniz. Bayramda onunla aranızda harçlık çekişmeleri olur muydu?
Hiç öyle şeyler yaşamadık. Zaten iki kız kardeşim de çok paylaşımcıdır. Ben de hep müşfik ağabey olmaya gayret ettim...
EGEMENLERİN KODLARIYLA HAREKET EDİYORUZ
Ali Nuri Türkoğlu:
Bir düşünürün de söylediği gibi bizi yetiştiren egemen güç, Hollywood. Düşüncelerimizden giyim kuşamımıza, millî eğitime bakışımızdan hukuk anlayışımıza kadar o egemen gücün kodlarıyla hareket ediyoruz. Ancak bize sunulan modellerin içerisinden seçim yapabiliyoruz. Bu da bir dayatmadır. Öte yandan bize birtakım kompleksleri de yerleştirdiler. Maalesef ülkemizde karar verici konumda olan bazıları hâlâ buna yeniliyorlar. Bir yere taş atmıyorum; hepimizin bir yerinde bu kompleksin kırıntıları var.
BAZILARI ‘BEYAZ KÜRT'LE ‘BEYAZ TÜRK' İSTİYOR!
Oyuncu Türkoğlu, “Bayram demişken Türkiye’de bir müddettir barış süreci yürütülüyor. Silahların gömülüp Türkiye’de terörün tamamen sona ermesi çok yakın. Bu durum sizi heyecanlandırıyor mu?” soruma şu cevabı veriyor:
Heyecanlanmak ne kelime ilk duyduğumda kalbim yerinden çıkacak gibi oldu. Biz bugünleri, hasretle bekledik ve çok şükür kavuştuk. Geçtiğimiz haftalarda Urfa’daydım; yöre halkı o kadar mutluydu ki… Türkiye’de kaos çıkmasını bekleyenler “Müslüman Türk” ve “Müslüman Kürt” istemeyenlerdir. Onlar “Beyaz Kürt” ve “Beyaz Türk”
istiyorlar.
İYİ ŞEYLER YAPMAK İÇİN ÇOK AZ VAKTİMİZ VAR
Türkoğlu “Başta Filistin olmak üzere birçok coğrafyada vahşet yaşanıyor. Dünyanın bu hâli sizi ümitsizliğe itiyor mu?” sorumu ise şöyle cevaplandırıyor:
Bu toprakların insanı hiçbir zaman ümitsiz olamaz. Bir bela olsa da oradan hayır türeyecektir. Mutlaka Yaradan’ın dediği olacaktır. Biz hep batılla mücadele edeceğiz. Zira zaferden değil, seferden sorumluyuz. Dünyaya çok uzun sandığımız bir ömürle geliyoruz. Fakat iyi şeyler yapmamız için kısa bir zamanımız var.
OYUNCULUKTAKİ VESAYET SARSILDI AMA HENÜZ YIKILMADI!
Türkiye’de oyunculuk yapmak da kolay değil. Yakın sayılabilecek bir zamanda bir tekelleşme tartışması yaşandı ve bazı isimler hakkında soruşturma başlatıldı. Hukuki safahat devam ediyor ama sektörde kayda değer bir değişim oldu mu?
Bir şeyler sarsıldı ama henüz yıkılmadı. Çünkü oyunculukta bir vesayet var. Kültür sanatın vasisi olduğunu iddia edenler, tohumlarını iki üç nesil evvel atmışlar. Saflarını sıkı tutup kimseyi aralarına sokmak istemiyorlar. Adı üstünde vesayet. Devlet ve millet birçok vesayetle uğraştığı gibi burayla da uğraşıyor. Şimdilik en azından kendini sırlayan arkadaşlarımız görünür oldular. Bu anlamda oyunculara bir cesaret geldi.
Yapay zekâ beyazperdede giderek tesirini artırıyor. Öte yandan sinema salonları yara aldı. TV ve platform dizilerinin sayısında da azalma var. Böyle bir zamanda aktörlük yapmak kolay mı?
Evet, seyircinin izleme alışkanlıkları değişti; iş başka bir yere doğru evriliyor. Ancak yapay zekâlı işlerde ruhsuzluk o kadar belli oluyor ki… Bana kalırsa yapay zekâda bir müddet sonra doyuma ulaşılacak ve yine insana ihtiyaç duyulacak. Dolayısıyla bir endişem yok. Önemli olan bizim hikâye anlatmaya devam etmemiz. Çükü insanoğlunun hikâye dinleme ihtiyacı hiç bitmeyecek.
“Mehmed: Fetihler Sultanı” defterini yakın zamanda kapattınız. Önünüzde neler var?
Sinemayı hakikat perdesi olarak gören Nazif Ağabeyimizin bir projesi var. Kendisi aynı zamanda önemli bir alperendir. Yollarımız, kendisiyle yıllar evvel kesişti ama “Altın Buzağı” adlı eserle ilk defa birlikte çalışma şansımız olacak. Bugüne kadar çok hain rolünde oynadım. Şimdi ise erdemli birinin yolculuğunu beyazperdeye taşıyacağım. Müthiş bir hikâye izleyeceğiz.